Sınır dediğin aşılması gereken elbette. Bazen de durulması gereken, zamana ihtiyacı olan, yön değiştiren. Yürüdükçe genişleyen, kimi zaman daralan. Gerçekleştirmekten alıkoyduğunda bir düşünülmesi gereken. Had bilmek, sınır bilmek önemlidir hala benim gözümde ama gereğinden fazlası insanın kendisine hadsizliğidir. Suçlayacak kimsesi de yoktur o alanın kendinden başka. Kimi zaman kaldırılabilse de bu ihlal, kimi zaman sınır noktasına dayandığı için o bendin yıkılması gerekir. Dengeyi yakalayabilmek büyük bir ustalık. Zaman içerisinde içselleşen bir kavram. Yerinde, dengeli ve adaletli sınırlar insanların öz saygılarını besler diye düşünürüm hep. Her duruma göre de değiştiğini bilmek, görmek, okumak gerekir. Neden önemli? Hangi tarafında olmak istiyorsun? Ülkelerin, şehirlerin, evlerin, okulların bahçelerin sınırları neden var, nasıl aşılıyor? Toplumun, birlikte yaşadığın insanların sınırlarına nasıl yaklaşıyorsun? Peki ya kendi ruhunun sınırları? Nerede biter, nasıl başlarsın? Rumca kökenlidir “sınır” kelimesi. Sinoro kelimesinden Türkçe’ye evrilmiş. Hudut sınırları için genelde Sinoro kullanılıyor, zihinde oluşanlar için ise Orio. Türkçe’de de sınır ve had sözcükleri kullanılır genelde yerine ve durumuna göre. Bir şeyin yayılabileceği veya genişleyebileceği son çizgi ve uçtur kelime anlamı. Daha ötesi yok, gidemezsin buraya kadar der gibi. Seçeneksiz ve geri dönüşsüz. Bazen de kapıyı parmağınla itiversen ortadan kalkacak bir toz bulutu. Gidemezsin, yapamazsın, ulaşamazsın, bulamazsın denilene açlık duyuyor. Sonsuz görünen ve ötesi olduğu bilinmeyen bir ufuk çizgisinden bile kapı aralayıp diğer tarafa geçebilmenin peşine düşüyor.