Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

İkinci Yuvam (Kasaba Hastanesi)

Ayağımdaki yara bir türlü

Ayağımdaki yara bir türlü iyileşmiyordu, malum, pandemi yüzünden tedavi için büyük şehirlere gitmek de mümkün olmadığından mecburen daha önce epey karmaşık deneyimler yaşadığım kasabamızın hastanesine yöneldik.

Karmaşık deneyimlerimden bahsedeyim. Uzman bir doktoru görmek için randevu almak her ülkede âdettendir ama Türkiye’de böyle bir fikir duyulmamış bir şeydi anlaşılan. Şöyle ki, kasabamıza yeni taşındığımız sıralarda rutin bir genel kontrol için randevu almıştım. Randevuma zamanında vardım, bekleme salonundaki ışıklı tabelada 13.40 David Mellor yazısının parlayıp söndüğünü görünce de sevindim. Her şey yolundaydı. Haydi bakalım diye doktorun odasına yöneldim. Ne var ki kapının önünde bir kitlesel protesto gösterisi vardı galiba, kalabalık bir grup insan itişe kakışa içeri girmeye çalışıyordu.

“Ne oluyor, herkesin randevusu aynı saatte mi?” diye sordum.

“Hayır,” dedi karım mahcup bir ifadeyle.

“Ne!!!”

İçeri girmek askeri manevralar yapmayı gerektirecekti anlaşılan. Kapıdaki açıklığı görebilecek uygun bir yere konuşlandık, sonra fırsatını bulduğumuz anda ileri atıldık, tepişen kalabalığı engellemek için kolumu kapının pervazına dayadım. İçerideydik! Arkamızda insanlar birbirlerinin üstüne devriliyordu. Büyük bir zafer kazanmış bir general edasıyla oturdum, sonra eşim şikâyetlerimi doktora tercüme etmeye başladı. Ne var ki kapı hâlâ açıktı.

“Nesi varmış?”

“Şeker galiba.”

“Yabancı baksana, Almandır mutlaka.”

“Ne diyorlar?” diye sordum karıma.

“Almanmışsın, öyle diyorlar.”

“Alman değilim ben!” diye haykırdım kapıdaki kalabalığa.

“Gördünüz mü, Almanmış işte,” diye onaylayarak başlarını salladılar.

Böyle herkese açık şekilde muayenenin epey sıradan bir şey olduğu anlaşılıyordu, kapıyı kapatıp kilitlemek için insanüstü çaba sarf etmem gerekti.

Daha sonra öğrendim ki, Türkiye’de belli bir yaşın üstünde olanlar randevuları olmasa bile muayene önceliğine sahipti. Ezip geçtiğim ve benden sonra içeri girmelerini engellediğim kalabalığın içindeki yaşlıca birkaç kişiyi hatırlayınca tüylerim ürperdi. Bir toplama kampından kaçmış, kaçarken de kapıyı arkamdan kilitleyerek benden sonraya kalanları mutlak bir ölüme mahkûm etmiş gibi hissediyordum kendimi. Bir sonraki doktor ziyaretimde randevu saatim 14.20 yanıp sönmeye başlayınca yaşlıların benden önce içeri girmesine izin verdim, hatta hazır başlamışken, genç, çocuk, kadın, erkek kim varsa herkesi bıraktım. Evet randevum vardı ama bakalım doktoru görme ihtiyacım onlarınkinden acil miydi?

Sonunda muayene olabildiğimde doktor önce kan tahlillerimin yapılması gerektiğini söyledi, bunu yaptırabilmemiz için elimize bir kâğıt parçası tutuşturuldu. İngiltere’de tahlil yaptırmak için saatler boyunca sıra beklediğim kocaman, kalabalık salon gözümün önüne gelince suratım asıldı. Benim ülkemde, hastanede yatan bir hasta değilseniz önce aile hekimine görünmeniz gerekir (ki sırf ona randevu almak için bile epeyce beklemek zorunda kalırsınız), sonunda aile hekimine muayene olabildiğinizde doktor kan tahlili yapılması gerektiğine hükmederse elinizde mühürlü bir kâğıtla mahallenizdeki acil servis polikliniğine gider, ufak tefek rahatsızlıkları olan ve ufak tefek rahatsızlıkları bulunma ihtimali olan bir sürü insanla birlikte beklersiniz. Kan tahlili yaptıracaklar için ayrı bir sıra vardır. Gerçi bu kadar zahmetin ardından vücudunuzdaki bütün kan çekilmiştir, o da başka.

“Ne kadardır bekliyorsunuz?”

“İki saattir, siz?”

“Benim dört oldu.”

Böyle konuşmalar gırla gider.

Bir seferinde bütün gün, artık bulanık gören gözlerimle sıra numaralarını takip etmeye çalışarak koca bir gün beklemiştim. Numaram 140’tı ve henüz 4 numaranın işi hallediliyordu. Bilincimi yarı kaybetmiş bir halde beklerken az daha sıramı kaçırıyordum. Sonunda aklım başıma gelince kötü bir kâbustan uyanır gibi, “140 mı yazdı orada, 140 mı yazdı, durun, benim sıram, durun!” diye haykırmıştım.

Anlayacağınız önümde böyle bir günün uzandığını düşünerek içim sıkılıyordu. Oysa kasabamızın hastanesinin kan verme bölümüne gittiğimde önümde sadece birkaç kişi olduğunu gördüm. Sıra numaram 12’ydi ve sıra 9 numaraya gelmişti bile. Sevincimden içimde kıkırdamak geliyordu. Lunaparkta çarpışan arabalara binmek için sıra bekleyen bir çocuk gibi heyecanla, “Üç kişi kalmış sadece,” dedim eşime.

Sıram çabucak gelip de içeri girdiğimde benimle birlikte dört ya da beş kişinin daha kanının alınacağını fark ettim. “Ne, tek başıma olmayacak mıyım?” İğne koluma batarken kendi kendime, “Bağırma, sakın bağırma,” diye telkinde bulunuyordum. Küçük bir çocuk iğneden korkmuş ağlıyordu, hastasıyla hemşiresiyle odadaki herkes onu teselli etmeye koştu.

Yazının devamı gelecek…

 

Tüm Hakları Saklıdır. | Renowtech