IV. Konya’dan Kaçış
En başta şunu söylemek istiyorum, Konya’da mutlaka sıcakkanlı, arkadaş canlısı ve son derece iyi bir sürü insan vardır. Öte yandan…
Trafiğe takılıp treni son dakikada kaçırınca, Konya’ya Ankara’dan otobüsle gittik, giderken de nefes kesici kır manzaralı yollardan geçtik. Ne var ki yolculuk tahmin ettiğimizden uzun sürdü, şehre vardığımızda Mevlana müzesinin kapıları kapanmıştı. Beni derinden etkileyen bu güzel insana mezarı başında saygılarımı sunamayacaktım. Yüzümdeki bariz hayal kırıklığını gören karım, bari etrafta biraz dolaşalım, dönüş trenine daha çok var diye teklif etti. Öyle yaptık.
Konya’nın temizliğini anlatmaya sözcükler yeterli gelmez. Kaldırımlar neredeyse ayna gibi pırıl pırıl parlayana dek süpürülmüş, her yer bal dök yala. Müzenin etrafında dönen derviş bibloları ve çeşitli Mevlana hediyelikleri satan epeyce dükkân vardı. Ancak oradaki tek yabancı bendim. Biraz huzursuzduk. Hadi gidip bir şeyler içelim, dedim, karım da iyi fikir diye cevap verdi. Heyhat, yarım saat sonra hâlâ bar namına bir şey bulamamıştık. Sonunda denk geldiğimiz bir İddaa bayii, buralarda öyle bir şey bulamazsınız diye açıkladı. (Şehirdeki tek İddaa bayii oydu bence.)
İstasyona gidip trenimizi beklemeye karar verdik. Oraya doğru yürüdüğümüz sırada insanların arasından geçtikçe etrafımızdaki havanın buz kestiğini hissediyordum. Oysa hava sıcaktı. Millet bize meraklı bakışlarla değil, defolun gidin der gibi bakıyordu. Adamın biri pek anlayamadığımız bir şeyler söyledi, yabancı biriyle birlikte olduğu için karıma beddua ediyordu galiba. Yanımızdan geçen bir kadın da benzer tonlarda homurdandı.
Nefeslerimiz kesilmeye başlamıştı, istasyona giden yol uzadıkça uzuyordu. Sonunda vardık ama bu sefer de güvenlik kontrolü için pasaport ya da benzeri bir resimli kimlik göstermem gerektiği anlaşıldı. Yanımda hiçbir şey yoktu, İngiltere’de kimlik taşımadığımız için pasaportumu cebime koymak aklıma bile gelmemişti. Nazi Almanyasından kaçmak için son treni bekleyen bir Yahudi gibi titremeye başladım. Panikle cüzdanımı karıştıran karım sonunda iş yeri giriş kartımı bulup görevliye gösterdi. Kimlik kabul edildi, nefes nefese trendeki yerlerimize oturduk.
Döndükten sonra Google’da Konya’yı araştırdım, ülkenin en tutucu yerlerinden biri olduğunu öğrendim. Hatta oraya gidişimizden birkaç gün önce polis baskınları yapılmış, radikal İslamcılar ele geçirilmişti.
Ankara’nın soğuk havası ciğerlerime hiç böyle tatlı dolmamıştı.
En başta şunu söylemek istiyorum, Konya’da mutlaka sıcakkanlı, arkadaş canlısı ve son derece iyi bir sürü insan vardır. Öte yandan…
Trafiğe takılıp treni son dakikada kaçırınca, Konya’ya Ankara’dan otobüsle gittik, giderken de nefes kesici kır manzaralı yollardan geçtik. Ne var ki yolculuk tahmin ettiğimizden uzun sürdü, şehre vardığımızda Mevlana müzesinin kapıları kapanmıştı. Beni derinden etkileyen bu güzel insana mezarı başında saygılarımı sunamayacaktım. Yüzümdeki bariz hayal kırıklığını gören karım, bari etrafta biraz dolaşalım, dönüş trenine daha çok var diye teklif etti. Öyle yaptık.
Konya’nın temizliğini anlatmaya sözcükler yeterli gelmez. Kaldırımlar neredeyse ayna gibi pırıl pırıl parlayana dek süpürülmüş, her yer bal dök yala. Müzenin etrafında dönen derviş bibloları ve çeşitli Mevlana hediyelikleri satan epeyce dükkân vardı. Ancak oradaki tek yabancı bendim. Biraz huzursuzduk. Hadi gidip bir şeyler içelim, dedim, karım da iyi fikir diye cevap verdi. Heyhat, yarım saat sonra hâlâ bar namına bir şey bulamamıştık. Sonunda denk geldiğimiz bir İddaa bayii, buralarda öyle bir şey bulamazsınız diye açıkladı. (Şehirdeki tek İddaa bayii oydu bence.)
İstasyona gidip trenimizi beklemeye karar verdik. Oraya doğru yürüdüğümüz sırada insanların arasından geçtikçe etrafımızdaki havanın buz kestiğini hissediyordum. Oysa hava sıcaktı. Millet bize meraklı bakışlarla değil, defolun gidin der gibi bakıyordu. Adamın biri pek anlayamadığımız bir şeyler söyledi, yabancı biriyle birlikte olduğu için karıma beddua ediyordu galiba. Yanımızdan geçen bir kadın da benzer tonlarda homurdandı.
Nefeslerimiz kesilmeye başlamıştı, istasyona giden yol uzadıkça uzuyordu. Sonunda vardık ama bu sefer de güvenlik kontrolü için pasaport ya da benzeri bir resimli kimlik göstermem gerektiği anlaşıldı. Yanımda hiçbir şey yoktu, İngiltere’de kimlik taşımadığımız için pasaportumu cebime koymak aklıma bile gelmemişti. Nazi Almanyasından kaçmak için son treni bekleyen bir Yahudi gibi titremeye başladım. Panikle cüzdanımı karıştıran karım sonunda iş yeri giriş kartımı bulup görevliye gösterdi. Kimlik kabul edildi, nefes nefese trendeki yerlerimize oturduk.
Döndükten sonra Google’da Konya’yı araştırdım, ülkenin en tutucu yerlerinden biri olduğunu öğrendim. Hatta oraya gidişimizden birkaç gün önce polis baskınları yapılmış, radikal İslamcılar ele geçirilmişti.
Ankara’nın soğuk havası ciğerlerime hiç böyle tatlı dolmamıştı.