Bugüne kadar hiç hayat amacınızı düşündüğünüz oldu mu? İçinize dönüp ben bu dünyaya sadece yemek, içmek, çalışmak, üremek, gezmek için gelmiş olamam dediniz mi? Yüzleşebildiniz mi aynayla neden bu bedendeyim diye? Eğer evet ben sadece bunları yapmak için hayattayım diyorsan saygım sonsuz ama ruhuna El fatiha. Ama olamaz. Hiçbir şey bu kadar basit olamaz. Güzel Yaradan bize sadece uyumak için ruhundan üflemiş olamaz ya da sadece düştüğümüz yerde kalalım diye işleyemez merhametini bu sisteme.
İnsanların başarı hikayeleri her zaman vardır. Ama büyük bir hikaye olur manşetlerde okursun, ama senin küçük dünyana senin için büyük olur heybende taşırsın. O hikayeler her hayat için aynı büyüklükte olmayabilir ama asıl mesele hayatına ne kadar dokunduğu ile ilgilidir aslında. Bu başarıları yazan tüm insanların bana göre 3 erdemi var arkalarında;
- İnanç
- Cesaret
- Affetmek
Affetmek… Aman Allah’ım ne büyük erdem. Yoluna taş koyan herkesi ve her şeyi affetmek. Tabi ki burada ki affetmek” sen benim hayatımın içine ettin gel sana bir sarılayım” affetmesi değildir zinhar. Buradaki naiflik işi kalpte çözebilmekte. Herkes sana al o taşı ayıp olur, günahtır koy cebine derken senin o taşı yolundan alıp kenara koymandır münasip olan. Koy ki yoluna devam edebilesin. Oysa affedememek ne çok hastalığa zemin hazırlıyor bilinçaltında. Biz o kadar ufak şeyleri affedemiyoruz ki onlarla sırt ağrımızla gezerken bakın hayatın amacını çözmüş bir hikaye ne anlatıyor bize. Belki bizim de amacımızı bulmamızda İnanç olur, Cesaret olur, affettirir. Ne dersiniz?
Marie 1930 yılında alkolik bir annenin evlilik dışı çocuğu olarak dünyaya gelir. Annesi ona bakamayınca 5 yaşında yuvaya bırakır. Ardından bir çift onu evlatlık edinir. Marie’nin kaderi ne yazık ki yine yüzüne gülmez ve aile sadist çıkar. Çift kızı evin mahzenine kapatıp sistematik olarak işkence yapar. Dışardan bakıldığında normal ve saygın göründükleri için bunu yıllarca gizleyebilirler. Marie 17 yaşında depresyondan felç geçirir. Halüsinasyonlar da gördüğü için doktorlar tarafından şizofren teşhisi konur. Ve akıl hastanesine yatırılır. Marie hayatının 17 yılını orada geçirir ve çok zor yıllar yaşar. Yemek yemez, yerinden kımıldamaz ve sıkça intihar etmeyi düşünür.
34 yaşına geldiğinde doktorlar Marie’nin durumunu değerlendirir ve onun şizofren olmadığına ağır depresyon geçirdiğine karar verirler. Arkadaşlarının ve birkaç sağlık çalışanının yardımıyla hastaneden çıkar. O artık hür ve yaşamını nasıl sürdüreceğine dair kendisi karar verme aşamasındadır. Terk edilmiş, işkence görmüş, tacize uğramış otuz dört yılı ziyan olmuş biri olarak hiçte kolay olmayacaktır. Ama o yılmaz ve sıfırdan başlamaya karar verir. Yetkililer “akıl dengesi yerinde değil okuyamaz “ dedikleri halde Marie Rose, Salem State Universitesine Psikiyatri bölümüne girer ve mezun olur. Bu arada kanser hastalığına yakalanır ve mücadelesini kazanır. Uzun yıllar doktorluk yaptıktan sonra Harvard Üniversitesinde Master yapar. Psikiyatrik hastalarla çalışır, konferanslar verir ve hayatı film olur ( Nobody’s child) . Birçok ödüle layık olur. Ve 58 yaşında yıllarca kaldığı hastaneye yönetici olur. Verdiği bir basın toplantısında şöyle der,
“ EĞER AFFETMEYİ ÖĞRENMESEYDİM, BİR DAMLA BİLE GELİŞEMEZDİM. EN UZUN YOLCULUK BEYNİMİZDEN YÜREĞİMİZE YAPTIĞIMIZ YOLCULUKTUR. AFFETMEK BU YOLCULUĞUN EN KESTİRME YOLU. AFFETMEYİ GEREKTİREN HER YARA İÇİNDE ÖNEMLİ BİR DERSİ BARINDIRIR. DERSİ GÖREBİLMEK İÇİN O YARARAYI YENİDEN DEŞEREK YÜZLEŞMEK ZORUNDA KALSAK BİLE…”