Uzun zamandır beni bu kadar karışık duyguların karşıladığı zamanlar olmamıştı. Yaşanacak her kötü duygu kapımı an be an çaldı. Hepsini aldım kabul ettim zerre zerre yerleştirdim koltuklarına. Çünkü vardı anlatmak istedikleri benim anlamam gerekenleri anlatmadan kalkmazlardı omuzlarımdan. Tek tek karşıladım hepsini kızgınlık, kırgınlık, üzüntü, mutsuzluk, panik, şaşkınlık, kararsızlık. Hepsini içeri aldım tam kapıyı örterken en ağır misafirimin kapıda kaldığını fark ettim. Suçluluk duygusu… Bence bir insanın yaşayabileceği en ağır his. Hem yakanı bırakmaz hem seninle duramaz. Benim hayatımın kamburudur bu ağır misafirim. Hem taşımaktan yoruluyorum hem taşıyamamaktan. Nasıl bir çelişki hem var olmak hem yok olmak gibi. Tüm zıt anlamlıları barındıran kitap gibi. Aynı cümleye yakışmayan anlatım bozukluğu yaratan kelimeler gibi. Her zaman hep ben anlattım ona kendimi dedim ki” sen şöylesin böylesin niye varsın bana bunu niye yapıyorsun” . Ama bu sefer dedim ki” otur bakalım şuraya şimdi hele sen anlat. Dur bir de çay koyayım sana anlat. Uzun uzun anlattı. Sindire sindire hazmettirdi. Dinleyince şunu anladım ki insana bu suçluluk duygusunu yaşatan iblis insanlarmış ve asıl suçlu ise onları dinleyen nefsimmiş. Yani yine insanın insana ettiğinin zeminini insan kendi hazırlıyormuş.
…
Devamı Yarın…