…
Korkunç bir çığlık ile yerinden kalktı. Gözlerini, bilinmezliğin sarsılmaz ve dayanılmaz ağırlığına açtı. Oysa onun için hepsi birer gölgeydi. Gölgeler etrafta salındıkça o kendini toplayamıyor, bildiklerini de kaybediyordu. Hepsini tanıyor ama buna bir anlam yükleyemeyecek kadar da korkuyordu. Düşündü, durdu ve yalnızca düşündü. Çünkü yalnızca düşünmek onu tüm bu kargaşadan uzaklaştırıyor, kendine, içine döndürüyordu. O sadece bu sayede var olabilirdi düşünerek ve düşünülmüş doğrularının izinde… O an Tanrı hükmünü verdi ve herkes sustu düşünceler durdu ve eylemler dondu…
İnsanoğlu varoluşunun en başlarından yani buzul döneminin sonlarında yaşamış Neandertal insanından itibaren ölüm konusu ve tanrı kavramı üzerine düşünmüş ve davranışlarını bu düşünceler üzerine kurmuştur. Ölüm düşüncesi insanda yıllar süren yaşamının ansızın bitmesi üzerine aslında bir bakım korkudan kaynaklı olarak türemiş ve bu türeyiş ‘öbür dünya’ kavramıyla tanrıda son bulmuştur. Psikolojik bir fobi olarak isimlendirilen zenofobi insanda bilinmezlikten kaynaklanan ölüm korkusuna verilen bir isimdir. Eğer bu korku insanda var olmasaydı kişinin kendinden bir iz bırakma çabası adına sergileyeceği hiçbir şey olmayacaktı. Aslında insanın kısacık yaşamında yapmış olduğu her şeyin asıl kaynağı ve temelidir bu. İnsan ölümden ve onun bilinmezliğinden korktukça aslında insan olmayı başarıyor. Eğer ki zenofobi denilen bu korku insanda var olmasaydı, insanlığın şimdiye kadar süregelmiş ilerleyişinden yoksun olacaktık. Bilim insanlarına, sanatçılara yani tarihe adını yazdırmış olan herkese baktığımızda kendinden bir iz bırakma ve hatırlanma isteği vardır. Ancak zamanla gelişen din olgusu ve onu yanlış algılamamız üzerine insanlar ‘yazgıcı’ düşüncelere bürünerek fatalizm akımına yenik düştüler.
…