Bu sıralar yazılarımı okuyan insanların bir kısmından şu soruyu duyuyorum? Bu kadar sözü kime söylüyorsun? Ya da kim seni bu kadar kızdırıyor? Gibi sorularla karşılıklı birbirimize bakıyoruz. Yani bana üstü kapalı şunu soruyorlar. Sen klavye dervişi misin? Her gün sosyal medyada Pirleri, Evliyaların veya can Allah dostlarının sözlerini sırf birbirine laf sokmak için kullanan kimseler benim sözlüğümde klavye dervişine denk geliyor. Bana bunu soruyorlar yani sen O musun diyorlar. Cevap basit. Hayır! Bir kere önce derviş değilim. Ama dervişliğin yolunda bir zerre bile toz solumak için elinden geleni yapan bir kuldan başkası değilim. Sonra ise yazdığım her söz, her kelime her haykırış kendi nefsime, kendi vicdanıma ölüm fermanından başka bir şey değil. Yani Ey Dost ben “hiç” olmak için çabalayan bir nefisim. Ve bütün soktuğum laflar kendime. Törpülediğim her zerrem ruhumu lekeyen kibrime.
Mevlanam demiş ya “Sen benim bu âlemde ünümü duymadın mı hiç? Hiçim ben HİÇ Başkasına zindan olan mertebe onun için ne büyük. Sen her şeyi ol ama benim gibi hiç olabiliyor musun diyor. Kolay mı ya Hiç olmak. Şöyle düşün yıllarca okuyorsun, eğitim alıyorsun bir meslek veya bir unvan sahibi oluyorsun. Ama Hiçlik öyle bir şey ki buğdayın ekmek değil sadece un olabilmek için 16 işlemden geçmesi gibi emek emek hiç oluyorsun. Ruhundaki en yüksek makama ulaşabilmek için benliğini, kibrini, egonu tüm mirasını koşulsuz hayır yoluna bağışlıyorsun. Kömürle Elması bir tuttuğunda özgür oluyorsun. Öyle bir makam ki “ben bilmem “ diyebilmenin edebinde yüzüyorsun.
Oysa ne kadar severiz ben bilirim demeyi. Her şeyi biliriz her konuda fikrimiz vardır. Sanki fikrimizi bilgimizi söylemezsek hiçbir yerde barınamayız sanırız, hiçbir zümreye üye olamayız. Sessizlik, sükût toplum dışı işler gibi gelir bize. Dikkat edin bir grupta biraz sükût edin neyin var, seninle de iki laf konuşulmuyor derler. Oysa bazı sessizliklerin sesi o kadar yüksektir ki ne insan bedeni ister karşısında ne fani dünya tiyatrosu. O sesi duymak için ise sessizliği iyi bilen kulak gerekir. Nasıl iki kalp gerekir o sessiz anlaşma için bir bilsen. Ama biz egomuzun boynunu kıramadığımız sürece daha çok ararız o sessizliğin huzur dolu çığlığını. Hani çok bilinen özellikle klavye dervişlerinin sık sık paylaştığı bir hikâye vardır Nasrettin hocanın diyarından. Bir falaka da biz çekelim o klavyeye basan parmaklarımıza.
Nasrettin Hocaya sormuşlar “Sen kimsin?”
“Hiç” demiş hoca. “Hiç kimseyim”
Dudak büküp önemsenmediğini görünce “sen kimsin?” diye sormuş hoca. Adam kabara kabara “Mutasarrıfım” demiş. “peki” demiş Nasrettin Hoca.
“sonra ne olacaksın ?”
“herhalde Vali olurum”
“daha sonra”
“Vezir” demiş adam.
“ondan sonra” demiş hoca ısrarla
“Bir ihtimal Sadrazam olurum”
“peki ondan sonra”diye üsteleyince hoca adam artık makam bulamamış ve “HİİİİİÇ” demiş.
Hoca sonunda “Daha niye kabarıyorsun be adam. Ben şimdiden senin yıllar sonra geleceğin makamdayım. ben “Hiçim” demiş.