Çocuklar bir toplumun hem umutları hem geleceğidir. Bunu bilerek yaşayan çocuğa değer veren ve bunu bilmeyerek yaşayan nice toplum olmuş günümüze kadar. Daha önce de değindiğim gibi çocuk yetiştirmek zor zanaat. Dünyada sevgisinin tartışılamayacak kadar büyük olduğu bir gerçek. Ama ne tuhaftır ki canımızdan çok sevdiğimiz çocuklarımıza önce biz eziyet yaparız. Ve maalesef bunu kendimizde hak sayarız.
Çok sevdiğim bir kitapta ruhların yaşarlının olmadığı sadece bedenlerin yaşlara göre değiştiği yazıyordu. Yani hiçbir çocuğu kendinden küçük ve değersiz göremezsin. Onun rızası olmadan hiçbir şeye zorlayamazsın. Sadece bedeni küçük diye bunu yapamazsın. Böyle engin bilgileri okurken kimseyi yargılamak gelmez aklıma önce aynayı kendime çevirmekle yetinirim. Hayat ve onun getirdiği şartlar hepimizi zorluyor. Ve maalesef tüm kaprisimizi nazımızı her zaman gücümüz yetene yapmayı tercih ediyoruz. Ne haddimize bilmem nasıl bir kibir nasıl bir büyüklük bizim ki. Bizim dinimizde çocuk günahsızlığın ve masumiyetin simgesiyken din adı altında ne çok çocuğa eziyet eden bir kesimi seyretmekten başka bir şey yapamıyoruz. Erken yaşta, rızası dışında evlendirilen nice çocuk gelinler ve damatlar çocukluğunu yaşayamadan sadece bedeni küçük diye ruhu görmezden geliniyor. Zaten en acı gerçek bir çocuğun çocukluğunu doyasıya hakkıyla yaşayamamasıdır. Onların bunu yapmaktan başka işleri yok ki. Bizim de tek enerjimiz onların yaşayabileceği ortamı yaratmak. Biz kendi egomuzla çemberlerini daraltırsak o çemberin etrafını ateşle sarmaktan başka bir şey yapmamış oluruz.
İzlediğim bir belgesel bana çocukluğu yaşayamamanın ne demek olduğunu tokat gibi gösterdi. Amerika’nın Kaliforniya eyaletinde 2013 yılında 8 yaşında bir çocuk ölüyor. Ama ölümü hiç doğal bulunmadığı için birçok otopsi ve inceleme geçiyor. Ve hepsinin sonunda öz annesinin ve annesinin erkek arkadaşı tarafından 8 ay boyunca yapılan işkenceler sonunda öldüğü ortaya çıkıyor. Ama yapılan işkenceler o kadar büyük ki çocuğa bazen kendi kusmuğu bazen kedi kumu yedirecek boyutlara ulaşıyor. Tam bir vahşet. Küçücük bir dolapta aylarca ağzına çorap tıkılarak uyutuluyor. Okurken şaka gibi geliyor değil mi? Ama gerçek. Tabi ki akli sorunlar ve şeytani normal olmayan durumlar var hikâyede ama beni asıl acıtan ve yaralayan neydi biliyor musunuz? Çocuğun bu süreçte bile annesini sevmesinden asla vazgeçmemesi. Anneler günün de bile ona sevgi dolu kartlar hazırlaması. Nasıl bir şey değil mi? çünkü çocuk dediğin varlık annesini babasını hep doğru sanıyor yani 8 yaşındaki gabriel fernandez için annelik böyle bir şeydi ve bu yüzden onu sevmekten hiç vazgeçmiyor. Eğer içiniz ruhunuz alırsa izlemenizi tavsiye ederim belgeseli (Gabriel Fernandezi kim öldürdü? / netflix)
Tabiî ki verdiğim örnek uç bir örnek gibi duruyor ama annelik bu kadar kutsal bu kadar karşılıksız ve masumca bir sevgiyi her koşulda alıyorken biz kim oluyoruz da kendimizde nice hak buluyoruz. Verilen emanet bu kadar ağır geliyor. Ve biz kim oluyoruz da emanete hıyanet etmeyelim derken kıyametin göbeğine atıyoruz evlatlarımızı.