Güneşin tatlı tatlı bulutların arkasından selam vermeye başladığı dönemlere girdik. Soğuk, kısa ve karanlık günler artık yerini sıcak, güneşli ve enerjik günlere bırakıyor. Bu devir teslim ise içimizi kıpırdatmaya bir şeyleri umutlandırmaya yetiyor bile. Kış benim için en güzel mevsim olsa da yükü oldukça ağır. Kıştan çıkan evler, insanlar, ağaçlar ne kadar yorgun ne kat kat gelmiyor mu size de. Hani böyle savaşlar biter ve arkasında tüm hasarı kalır ya onun gibi bir şey. Sonra yavaş yavaş yaralar sarılmaya hasarlar toplanmaya başlar. Önce evlerden başlanır kışın hasar tespiti. Hiç unutmam anneannemin kerpiç evi her yaza girişte önce onarılır arkasından boyanırdı. Sobalar kalkar ve insanoğlunun her şeye alışmasının zaman istediği gibi o sobanın boşluğuna alışmakta zaman alırdı. Anneannemin o evinin umudu çocuk yaşta bile otururdu gönlüme. Bahar temizliği diye bir kültürün içinde büyüyen bizler için çok şaşırtıcı değildi günlerce süren hummalı temizlik. Kolay mı koca kışın katranı çıkar mı bir günde. Ama o temizlik bile nasıl umutlandırır insanoğlunun damarlarını. Heyecan gevşeyen gönül yaylarında gezinir durur. Yuvalarından çıkan köstebekler gibi çıkar insanoğlu yeryüzüne.
Peki evlere gösterdiğimiz titizliği ruhumuza neden göstermeyiz ki? Bu kadar mı hatrı yok taşıdığımız o ruhun bu bedende. Yedi katın her şeyine koşarız da niye kendimize koşmayız hızır gibi. Ben bu soruyu sokakta 100 kişiye sorsam kaç popüler cevap alırım bilmem ama insanın aklına tazelenmek, yenilenmek deyince neden önce kilo vermek veya gardırop yenilemek gelir ki. Ama ben ruju tazelemekten değil ruhu tazelemekten bahsediyorum. Bu hayatta en kolay şey bedeni yenilemek. biraz iradeye bakar. Ama ruhu temizleyebilmek fazlalıklarını atabilmek her babayiğidin harcı olmuyor işte. İş buraya gelince herkesin cebinde akrep gönlünde cimrilik oluyor. Oysa bunları yaparak yükümüzün üstüne daha da yük koyuyoruz. Ama birimizde demiyoruz ki şu egomu, kibirimi, ben bilirimciliği, dilimi, elimi, belimi temizleyeyim. İnsanların hayatlarıyla bu kadar ilgilenmektense başkalarını yargılamaktansa neden “Ey İnsan kendini oku” ilmini göğsümüze broş gibi takmayız.
Şimdi herkes eline bir kağıt alsa ve gerçekten dürüstçe tüm olumsuz huylarını, karanlık güdülerini, vazgeçemediği zaaflarını yazsa ne çıkar acaba satırlarda. O sayfayı bomboş bırakmak Ben mükemmelim demenin lacivert soyudur. Diyemezsin arkadaş. Bu hayatta ölüm ne kadar gerçekse o kağıdın boş kalmaması da o kadar gerçektir biz falsolu kullar için. Ben mükemmelim demek bile kusurun ta kendisidir. İşte zurnanın zırt dediği yer o kağıda kusurların yazılması. Haydi dene. Dene ki bil kendini. Haydi, şu çıplak gözle bakmaya cesaret edemediğimiz güneşin hatırına ne varsa kışa ait karanlığa ait hepsini bırak sayfalara. Sayfalar sana ayna olsun bakalım ne diyecekler.
“Kendine değer ver ve gönlünü olgunlaştır. Çünkü sen bedeninle değil ruhunla insansın” demiş ya koca Rumi. Yok mudur sizce de hikmeti…