…
Sanayi devrimi ile birlikte insanlar ekip biçtiği tarlalarını, çiftliklerini bırakarak yaşamlarını da sanayileştirdiler. Kırlardan, ormanlardan, dağlardan koparak para kazanmanın bir yolunu bulmak için büyük şehirlere göç ettiler. Sanayi devri ile birlikte adeta paranın kölesi olan bu insanlar zamanla köy hayatları ile büyük şehirdeki hayatlarını kıyaslamaya başladılar. Bunun sonucunda da köy hayatlarının büyük şehirlerdeki sanayileşmiş hayatlarına kıyasla daha özgür olduğunu varsaydılar. Çünkü sanayi devrimi ile birlikte küreselleşen dünya artık eskiye oranla daha büyüktü onlar için. Yaşam standartlarının artması sonucunda insan nüfusu artmış ve bununla birlikte tek bir kişinin sorumlu olduğu birey sayısı da artmıştır. Tabii ki de bir kesimin yaşam standartlarının artması diğer bir kesimin aç kalmasına, barınacak yer ve yaşam imkânı bulamamasına neden olmuştu. Bu durumu Lao Tzu’nun Taoist felsefesiyle açıklayacak olursak koca kozmosta her şeyin zıtlıklardan var olduğu, bütünleyici bir karşıtının olduğunu ve büyük bir denge ile sistemli olduğunu söyleyebiliriz. Bu sistemi bozan insanın kendisinden başkası da değildir. Eskiye göre daha özgür olma ihtimalimiz yoktur çünkü hâlihazırda olmayan bir şeyin niceliği hakkında bir yargıya varamayız ancak eskiye göre insanların daha az özgür hissettiklerini söyleyebiliriz. Rousseau’nun “Her zaman söylediğimi yine söylüyorum, çocuğunuzu özgürce koşup oynayabilmesi için kırlara götürün. Özgürlüğün sağladığı rahatlık duygusu birçok acıyı unutturur.” Sözüyle de özgür olmayan ama her zaman bunun özlemi ile yanıp tutuşan insanların özgür olduklarını hissetmelerinin önemine vurgu yapmış oluruz.
İnsan özgürlüğü aramaktan ve umut etmekten vazgeçtiğinde, özgürlüğün imkânsızlığını kabul ederek özgürleşir aslında. Bu durumla ilgi Nietzsche, “Umut kötülüklerin en fenasıdır, çünkü işkenceyi uzatır…”