Bir gün kızımla gittiğim parkta bir diyaloğa şahit oldum. Torununu parka getiren bir dede bankta otururken yanına gelen torunu “ dede dede ben arkadaş buldum oyun oynayacağız o prenses olacak bende cadı kraliçe “ dedi. O kadar mutlu söyledi ki dedesiyle tek paylaşmak istediğinin yeni bir arkadaş bulma heyecanından başka bir şey olmadığını ben bile anladım. Ama dedesi öyle bir tepki verdi ki çocuğu geçtim benim bile elimde büyük bir hayal kırıklığından başka bir şey kalmadı. Sesini yükselterek “Güzel oyun oynayın ne o öyle cadı falan sen de prenses ol “dedi. Çocuğun takılmadığı detaya maalesef yılların dedesi fena takılmıştı. Asla iyi niyetinden şüphe edilmeyecek bir koruma güdüsü ile ne dediğini bilemenin arasında kalmıştı tecrübe abidesi.
Nasıl da yakıştıramıyoruz değil mi evladımıza oyunlarda bile Prens, Kraliçe, Prenses, şövalye ve bilimum kahraman dışındaki karakterleri. Aklımız gidiyor Pamuk Prensese zehirli elmayı verecek kraliçe olacaklar diye. Çünkü çoğu eve çocuklar birer prens veya prenses olarak düşüyor. Hep pamuklara sarmak istiyoruz her şeyi fütursuzca önlerine serebiliyoruz. Peki kimdir sizin için böyle büyütülen çocuk? Her eve her ebeveyne göre değişir elbet anlamı ama benim haznemde yaşanan bütün maddi manevi sıkıntıların çocuktan saklanarak hayatın rengini toz pembeye boyamaktır. Ben prenses gibi büyütüldüm mü bilemiyorum. Sevgi açısından eminim dolu dolu büyüdüm. Ama hayatın sandığım pembe tonunda olmadığını bir şekilde gördüm. Çünkü benim ailem için hayat geçim derdi ve hep bir gurbet barındıran özlem girdabıydı. Baba hep dışarıda ailesini geçindirmek için sakalını ağartandı. Anne ise babanın eksikliğini hissettirmemek için hayata kızlarını hazırlayan. Belki bizi prenses gibi yetiştiremedi ama canım annem kendini o sarayda prenseslerine adayan hizmetçiye dönüştürmüştü. Her şeyi bizden önce düşündü her şeyi bize rağmen başardı. Ama hayat öyle mi ya? Bu hayat prenses olana da olmayana da zor . Ama prens veya prenses olarak büyütülen çocuklara daha zor aslında. Hayatı hep mükemmel işleyişte sanmak. Daha okul sıralarında herkesin onu seveceğine, dinleyeceğine emin olmak. Ve en ufak bir dışlanmada feleğini şaşmak. Evlilik müessesinde ise yapılan her haksızlığın altında yaprak gibi titremek” Ben baba evimde hep el üstündeydim demek .” Karşındaki eşin de çocuklukta “bu çocuk büyüyünce ne canlar yakar” gazıyla büyütülmüş beyaz atlı şövalye olduğunu fark edemeden yıllarını geçirmek.
A dostlar… Bir kitapta şöyle bir söz vardı “ çocukluk hayatın en güzel zamanı, sonrası ise hep o zamana dönme çabası” . Şimdi düşünüyorum da herhalde öyle bir şansım olsaydı ilk yapacağım gidip üzerinde kir içinde yırtık bir elbiseyle duran prensese sıkı sıkı sarılıp “merak etme öyle de böyle de büyüdün. Ama arkandan gelecek evladına sen sen ol hayatın her rengini göster” demek olurdu.