Keskin ve bir o kadar da ağır bir soru ile başlamak isterim: felsefe nedir? Biliyorum, çoğunuz belki soruyu daha duyar duymaz ne için tabirimde ‘keskin’ ve ‘ağır’ kelimelerini kullandığımı merak edeceksiniz. Aslında kendi kendinize şunları da söyleyeceksiniz, “Bizden, hayatımızdan bu kadar uzak olan bu düşünce ne için önemli ve dikkate değer olsun.” Hepsini düşünmekte ve konuşmakta oldukça haklısınız ama gerçeklerin ve görüşlerin birbirlerinden farklı olduklarını ve bizim görüşlerimizin de çok büyük bir oranda etrafımızdan şekil aldıklarını unutmamak gerekiyor. Eğer bu konuda hemfikirsek artık felsefenin ne olduğuna değinebiliriz…
İlk olarak sizlere filozofların felsefe hakkındaki görüşlerinden bahsetmek isterim;
“Felsefe bir bilimdir ve geometrik yöntemi metafiziğe uygulamak gerekir, felsefeyi kesin bir bilim yapmak için.”- Descartes, kendisi filozof, matematikçi ve yazardır.
“Felsefe tanrıyı bilmektir ve gerçek felsefeyle, gerçek din özdeştir”- Augustinus, kendisi Hristiyan filozof ve tanrıbilimcidir.
“Var olmaları bakımından varlıkların bilinmesidir.”- Farabi, kendisi varlık felsefesi hakkında düşünen bir bilim adamı ve mantıkçıdır.
Sizlere bazı filozofların felsefeyi tanımlama biçimlerinden bahsederken gelişigüzel bir seçim yapmadım, bu filozofları seçmemde ve sizlerle paylaşmamda belli nedenler vardı. Eğer dikkatle bakarsanız kişiliklerini ve felsefeyi tanımladıkları sözlerini vermiş olduğum bu filozofların, felsefeyi tanımlama biçimleri ile kişilikleri arasında belli bağlar ve benzerlikler olduğunu göreceksiniz. Matematik ve mantık ile iç içe olan bir filozofun “felsefe nedir?” sorusuna verdiği cevap matematik ve mantık ile bağlantılıdır, aynı şekilde teoloji ile ilgilenen bir filozofun bu sorumuza vereceği yanıt ise dinden izler taşıyacaktır. Bahsetmek istediğim şudur ki, ister bir filozof istersek de yalnızca birer düşünür olalım felsefeyi tanımlarken hiçbir zaman tamamen öznellikten uzak olamayacağız. Bu durum aslında felsefenin içine girdiğimiz zaman daha gözle görülür bir hal almaktadır çünkü bizler felsefede belli düşünce dallılarına yönelirken aslında kim olduğumuzu düşündüğümüz ile ilgili doğrultuda seçimlerimizi yaparız.
Eğer ben insanların değerli ve özel varlıklar olduğunu savunuyorsam, hümanizm bana uzaktan göz kırpıyor olabilir ya da etrafımda gördüğüm tüm varlıkların ben olmasam da var olacaklarına inanıyorsam, idealizm beni yanına çağırıyor olabilir. Tabii ki her zaman fikirlerimiz oldukları gibi kalmıyorlar ve yaşadıklarımızla beraber değişim, dönüşüm geçiriyorlar. Yirmili yaşlarında bir gencin hayata karşı beklentileri ve görüşleri ellili yaşlarına geldiğinde bambaşka bir hal alıyor… Siz de hak vereceksiniz ki bu süreçle beraber bizim “felsefe nedir?” sorusuna olan kesin cevaplarımız her geçen gün tazeliklerini yitirerek çöp kutularındaki yerlerini alıyorlar. Belirsizliği ve aslında duvarların olmamasını o kadar yadırgıyoruz ki, bu süreçte içimizi bir korku ve huzursuzluk hissiyatı kaplıyor ve ardından taze, ışıltılı fikirler eskilerinin yerlerini alarak huzursuzluğumuza son veriyorlar. Zaman ilerledikçe sorularımızın değişmediğini, sürekli akıl raflarımızda kıpırdanarak onları tekrardan gün yüzüne çıkarmamızı beklediklerini anlıyoruz ve fark ediyoruz ki sorularımız zaman tanımıyorlar ama cevaplarımızın yüzleri gün geçtikçe kırışıyor. Sizin de görmüş olduğunuz gibi sorumuz tek ama cevaplarımız milyonlarca, yalnızca bir soruya hayatımız boyunca aslında hiçbir zaman kesin ve nihai bir yanıt veremiyoruz. Bu yönü ile de felsefe bizlere evrenselliğini, hoşgörülü oluşunu ve soruları, yanıtlardan çok daha önemli gördüğünü gösteriyor.
İnsanlar olarak sorduğumuz tüm soruları, birer cevap bulmak için soruyoruz. Bu şekilde de aslında soruların büyüsünden farkında olmadan uzaklaşıyoruz. Sorulardan kopan kişi, hayattan ve ödevlerinden elini çekmiş olan kişidir. Sorular yoktur onlar için, yalnızca at gözlüğü takmış cevaplar yürüyordur aklın sokaklarında. Düşünmeden ve tutarsızca verilmiş yüzlerce cevap.
Peki, sorusu olmayan bir cevap ne kadar gerçektir?
Çanakkale TOBB Sosyal Bilimler Lisesi