Yol yavaş yavaş bizi o huzura doğru götürürken geniş bahçenin şu an ayakta kalabilen iki giriş kapısı olduğunu görüyorum. Burada yıllar öncesinde atılan adımları hissetmeye çalışıyorum.
Derviş yetiştirilen ve içinde çilehane bulunan on beş Mevlevi Asitanesi içinde en geniş bahçeye ve en görkemli semahaneye sahip Gelibolu Mevlevihanesinin önünde duruyorum.
Tam olarak ne zaman inşa edildiği bilinmese de arşiv kayıtlarına gelmiş geçmiş tüm şeyhlerine bakıldığında 1621 yılında inşa edildiği düşünülmektedir. Mevlevihanenin en son şeyhi Mehmed Burhâneddin Dedeefendidir. Birçok değerli Mevlevi şeyh-i görmüş defalarca sema yapılmış olan Gelibolu mevlevihanesinde, sema ve mesnevi okumaları her ayın son Pazar günleri yapılmaya devam etmektedir. Bir çok kez yenileme görmüş bu Mevlevihanenin 1767 yılında onarıma girdiğinde, Roma ve Bizans döneminde kullanılmaya başlanan, “İstanbul taşı” olarak da bilinen 2000-2500 yıl gibi uzun bir zaman ayakta kalabilen küfeki taşından yapılmış minareli, kiremit örtülü ve bakır alemli, iki katlı bir semâhânesinin bulunduğu; semâ meydanı döşemesiyle mahfel, merdiven ve kürsünün ahşaptan yapıldığı; üst katın giriş kapısının saçaklı ve duvarların nakışlı olduğu; semâhânenin bir yanında kadın mahfeli, divanhâne, ocaklı köşk, diğer yanında cephesi abdest musluklu, altı derviş hücresiyle şeyhe mahsus sofalı iki oda, kütüphane ve divanhânenin yer aldığı bilimektedir.
1.Dünya savaşında son şeyhi de yedi dervişi ile Şamda cepheye dâhil olmuştur. Gelibolu düşman işgali altındayken ise bu alan cephanelik olarak kullanılmış uzun bir dönem askeri alan içinde kalmıştır. Şu anda ayakta kalan semahane, türbe ve taç kapılarıdır.
Eski resimlerde görülen ana binanın türbe girişi önündeki kabristan, avlu taçkapılarının tuğralı üçgen alınlıkları ve çatıdaki Mevlevî sikkeli alem tahrip olduğundan günümüze ulaşmamıştır. Gelibolu da gayri müslim nüfusu her dönemde daha fazla olmuştur. Dönemin gayri müslim ustaların eseri olan semâhâne-türbe binasının iç ve dış süslemeleri, Batı Avrupa sanat üslûbunun tipik örneklerindendir. İç mekân, birbirine kemerlerle bağlanan on beş sütunun taşıdığı sekiz desteksiz yarım daire şeklinde kubbe ve aralarındaki düz tavan bölümleriyle örtülü iki sıra halinde kırk dört pencere ile aydınlatılmış bir ferah alandır. İç mekânda mavi ve bordo renkleri hâkim olacak şekilde süslemeler yapılmıştır. Süslemelerde soyut bitkisel motifler, kenarlarda ise kurdele, kordon, âşık yolu gibi Türk motifleri kullanılmıştır. Semâ meydanının üzerindeki büyük kubbenin eteklerinde yirmi pafta içine ta‘lik hatla yazılmış Yenikapı, Bahariye ve Kütahya mevlevîhânelerinin semâhâne kubbe eteklerinde de bulunan ve semânın mânevî değerini anlatan, “Dânî semâ çe büved?” (Semâ nedir, bilir misin?) mısrası ile başlayan Farsça beyitler bulunmaktadır.
İçeriye girerken adımlarım Mevlana Celaleddin Rumi’nin şu sözlerini hatırlatıyor bana;
‘’Ey hakikat âşığı! Sen öyle bir aşkın peşinde koş ki o aşk gelip geçici olmasın. Sonunda seni ümitsizliğe düşürmesin. Allah aşkı yol olmaz. O aşkın aşığı da maşuku da sonsuzdur.’’
Hangi inanışa sahip olduğunuzun bir önemi yok bu huzur alanlarında. Sizi sevgiyle sarmalayan bir enerjisi var. Tam kubbenin altına oturuyorum belki de altında yatan binlerce canın izniyle kapatıyorum gözlerimi. Evren sisteminin dönüşü, hu diyen sufinin hak ile seması ve kalbimde huzur. Bir anlam yaşıyorum aslında. Çok bilinen bir sözdür.
Hayy’dan gelen Hu’ya gider. Hayy da Allahın isimlerinden biriymiş. Allah’tan gelenin Allah’a döneceği anlamına geliyormuş. Bende neye inanırsam inanayım tüm öğretilere duyduğum saygıyla, Hallacı Mansur la Hayy dediğim yoldan sufi selam ile ayrılıyorum Gelibolu Mevlevihanesinden.
Veee tabi Gelibolu’ya bana kattıklarına teşekkür ve kalbimde aşkla…
Kaynak Bilgiler: TDV Kütüphanesi