Nebahat yine isteksiz uyandı cumartesi sabahına… Gün ile bir alakası yoktu. Genel olarak her sabah güne başlama isteği olmuyordu. Her sabah yaptığı gibi mutfağa gitti, büyük bir bardak su içti, sade ve sert kahvesini hazırladı. Balkona çıkmadan önce televizyonu açtı. FOX tv’de Çalar Saat programının başlamış olmasını ve İsmail Küçükkaya’nın sesini duymayı umuyordu. Ama Küçükkaya yoktu haberlerde. “Sezon arası” adı altında tatile çıkmıştı. “Ne çok tatil yapıyor bu gazeteciler de” dedi.
Televizyonu kapatmadan balkona çıktı. Dinlemese de ses olsun istiyordu evde. Kahvesinden bir yudum bile almadan sigarasını yaktı. Halk Köprüsünün etrafına birikmiş kalabalığı gördüğünde bütün dikkati o yöne yoğunlaştı. “Cumartesi, cumartesi bu kalabalık neyin nesi? Pazar da yok ki bugün…”
Kalabalığın ilerlemeyip de sabit durduğunu fark edince merağı iyiden iyiye arttı. “Allah Allah… Ne oldu şimdi niye toplandı bu kadar insan? Kahvesi bitene kadar izlemeye devam etti. Kalabalık bırak dağılmayı zaman geçtikçe daha da artıyordu. Çıkıp apartmandakilere sormaya karar verdi. Başka türlü gideremeyecekti merağını o belli olmuştu da sabah sabah dışarıya çıkmak zor geliyordu. Bir süre oyalandı. Kahvaltı hazırlamaya karar verdi. Buzdolabını boş yere birkaç kez açıp kapattı. Ama aklı hep köprüdeydi. Merak ettiği için hiç iştahı yokmuş gibi hissediyor, buzdolabındaki hiç bir şey cazip gelmiyordu. “Çıkıp bir şeyler mi alsam” aklı hep dışarıya çıkmaya itiyordu. “Neyse sürünmenin anlamı yok” dedi ve üzerini değiştirmek için odasının yolunu tuttu.