Güneş gökyüzünde yükseldikçe balkonun sıcaklığı da artmaya başlamış Nebahat içeri girme zamanının geldiğini fark etmişti. Mutfağa geçti ve kahvaltısını hazırlamaya başladı. Önce maksimim üç kişiye yetecek kadar küçük olan çaydanlığının yarısına kadar su doldurdu ve kaynaması için ocağa yerleştirdi. Ardından da Çaydanlığın demliğine 2 yemek kaşığı çay koydu ve onu da ocaktaki demliğin üzerine yerleştirdi.
Nebahat’ in çayını herkes çok beğenirdi ama Nebahat asla nasıl demlediğini anlatmazdı. “Özel hiçbir şey yapmıyorum” demekle yetinir sonuna da bir çay markası ekleyerek, “Şu çayı kullanıyorum” diye geçiştirirdi. Aslında kullandığı öyle özel bir çay markası falan da yoktu. Bu cevabı vermesinin tek nedeni inandırıcılığı arttırmaktı. Bu şekilde cevap verme davranışı da geçmiş deneyimlerinden edindiği öğretilere dayanıyordu. Genç ve mutlu olduğu yıllarda sabırla çayın nasıl lezzetli olacağını anlatırdı; “Önden kaynamış suyla demlemeyeceksin. Altında su kaynarken üzerindeki çay hafif kavrulacak. Alt demlikte kaynayan su ile demleyeceksin mutlaka… Sonra da altına sıcak su değil soğuk su ekleyeceksin ki süresi tamamlansın. Ocağın altını kapatıp servis etmeden önce mutlaka 10 dakika bekleteceksin ve demliği hiç oynatmayacaksın.” derdi soranlara. Ama artık tarif vermemeye karar vermişti çünkü mutlaka itinayla anlattığı bu tariften sonra şuna benzer cevaplar alırdı; “Aslında demliğe çayı koyduktan sonra nemlenmesi için yarım çay bardağı kadar su eklesen daha iyi olur”
Beynine kan fışkırırdı böyle anlarda Nebahat’in ama dışarıya yansıtmazdı. İçinden; “ben mi sordum sana çayı nasıl yapıyorsun diye, sen sordun” derdi. Bir iki de küfür gelirdi ardından. Ama karşısındakine karşı gülümseyen tavrını hiç değiştirmez dikkatle dinliyormuş gibi yapardı.
Hala mutlu olsa belki sabırla anlatmaya devam ederdi sabırla… Ama artık hiç tahammülü kalmamıştı böyle diyaloglara…
Arkası yarın…