Son birkaç aydır Çanakkale başta olmak üzere denize kıyısı olan illerin gündeminde bulunan deniz salyası (müsilaj) sorununun giderek artan etkilerine tanık oluyoruz.
Daha önceki yıllarda da karşımıza çıkmasına ve uzmanlar ile halkın uyarılarına rağmen her zamanki gibi kafamızı kuma gömme yöntemi ile kurtulabileceğimizi düşündüğümüz için başka sorunları da beraberinde getirerek büyümeye devam ediyor.
Son olarak İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Enstitüsü uzmanlarınca yapılan ve kamuoyuyla paylaşılan değerlendirmede 110 metre derinde rastlanan hidrojen sülfürün, 34 metre derinliğe kadar çıktığını gözlemledi.
Hidrojen sülfür, deniz salyasının organik çözülmesi neticesinde ortaya çıkıyor ve deniz yaşamını tehdit ediyor.
Araştırma ekibi 1999 depreminden sonra İzmit Körfezindeki etkileri görmek için yaptıkları çalışma ile bugünkü durumu kıyaslamış ve durumun ne kadar vahim olduğunu gözler önüne sermiş.
Yani neredeyse 22 yıldır yürütülen bir çalışma var ortada. Gün be gün artan bir tehlike. Bunu gidermeye yönelik çalışmalar ile ilgili ise neredeyse hiçbir şey bilmiyoruz.
Umarım Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi ve diğer kuruluşları ile birlikte en kısa sürede öncü bir çalışmaya imza atarak; bu sorunun giderilmesinde başı çeker.
99 depremini anmışken; Çanakkale’nin içinde bulunduğu deprem tehlikesini de hatırlatmakta fayda var.
Coğrafi konumumuz ve belki de sahip olduğumuz güzelliklerin bir bedeli olarak deprem kuşağında yaşıyoruz. Arada sırada yaşanan büyük çaplı depremler dışında insanlar ve kurumlar günlük yaşamın hengamesi içerisinde bu konunun önemini unutur gibi oluyor.
Oysa deprem hiçbir zaman “kırk yılda bir” yaşanan bir fenomen olmadı, özellikle de Çanakkale’de.
Elbette Covid-19 gibi hastalıklar gündemimizin bir numarasında olacak ancak şiddeti 1’den büyük 10’a yakın sarsıntının gerçekleştiği şehrimizde depreme yönelik tedbirler ve denetimler de gündemin her zaman üst sıralarında yer almalı.