Atatürk gençliğe hitabesinde, Türk istiklalini ve Türk Cumhuriyetini, Türk gençlerine emanet ediyor. İçeriğinde o kadar ağır bir tablo çiziyor ki insan düşünmeden edemiyor. Kim ülkenin limanlarını tersanelerini yabancılara emanet eder? Ordular içten çürütülüp dağıtılabilir mi? Kaleleri zapt edilebilir mi? İktidar sahipleri gaflet ve delalet içinde kendi menfaatleri için dış güçlerin veya sermayenin isteklerine uygun olarak kendi vatandaşlarının fakirleşmesine müsaade edebilirler mi? Evet bunların hepsi zamanında yapılmış. Bunların hepsini yaşamış atalarımız. Atatürk vatanı kurtarmak için Türkün damarlarındaki asil kana güvenerek mücadelesini başlatmış. Türk’leri ve İslam dinine inananları Avrupa da, Anadolu da istemeyen tüm emperyalist işgalcilere rağmen, üzerinde yaşadığımız bu güzel vatanı kurtarmış.
Osmanlının sonunu hazırlayan süreç önce gavurlar diye Avrupa devletlerini küçümseyerek başlamış. Fransa ilk kapitülasyonları alarak içten ülkeyi fethetmeye başlamış, limanlar da serbest ticaret yapmalarına izin verilmiş. Rus çarlarının baskısına dayanamayıp Rum azınlığa bazı imtiyazlar vererek toprak kayıplarına sebep olunmuş. O günlerde kaybettiği deniz kuvvetleri gücünü geri kazanamamış. Ruslar sonra da Ermenistan için aynı şekilde baskılar ve çıkarılan isyanlar ile oyununu oynamış. Anadolu’yu bu amaçla işgal etmişti. Osmanlı, denizlerin de mallarını bile taşıyamamış. Limanlarda yabancıların kanunları uygulanır olmuş. Türk’e ayrı, yabancı tüccarlara ayrı ve en sonunda hıristiyan azınlıklara ayrı hukuk düzeni oluşmuş. Osmanlı ülke içindeki ulaşımı trenle sağlamak ve silahlanmak için borçlanmada ve imtiyazlar vermede sınır tanımamış. (Borçları yeni Türkiye Cumhuriyeti son kuruşuna kadar ödedi.) Borçlarını devletten tahsil edemeyen emperyalist devletler padişahın izniyle ülke içinde geçimini sağlayan tüm halkın ürettiğini elinden almış. Fakir halk bir de savaş meydanlarının baş aktörü olmuş. Milyonlarca Anadolu Türkü Şehit olmuş. Köylerde sadece kadınlar çocuklar ve dağlara kaçan savaşmak istemeyen eşkiyalar kalmış.
Bir örnek verelim,vatan değerlerinin heba edilmesine: Bu olay Bodrum kalesinin zapt edilmesi ile başlamış . Şimdi Londra’ya gidip görebileceğiniz Halikarnas Mausoleumu’nun tonlarca ağırlıktaki kemer ve sütunları ve bazı heykelleri taşınmıştı. Anılarını okuduğumuz Stratford Canning uzun yıllar İngiltere’nin İstanbul elçiliğini yapmış. 1846 yılında Bodrumdaki Halikarnas Mausoleumu ve Musul’daki Asur medeniyetinin Ninova tapınaklarını İngiltere’ye taşımak için Babıali’ye yaptığı baskılar sonuç veriyor. Anılarında şöyle yazıyor elçi* “Sultanın, bu mermerlere bu kadar önem vermemi göz önüne alarak heykelleri kendine armağan etmiş olduğunu sevinçle öğrendim. Üç yüz dört yüz İngiliz lirası masrafla Amazonlarla Yunanlıların savaşını tasvir eden alınlıkların on iki parçası British Museum’a taşındı. Sonra Sultan bütün masrafları son meteliğine kadar ödeyeceğini söylemez mi!” Can Yücel’in çevirisi olan bu kitabı okuyunca tarihimizde olanları yabancıların gözünden anı kitaplarında yazdıklarıyla karşılaştırma imkanı doğuyor. Bu büyük hediyeyi ülkesine kazandıran elçinin ayrıca 1828 yılında Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanmasında da hamilik yaptığını ve nasıl bir baskı diplomasisi uyguladığını da öğreniyoruz aynı kitapta.
Tek başına ülke kaynaklarının kullanımına karar veren yöneticilerin önemsiz gördüğü ülke değerleri, zamanla alınan borçlar ve zararlar birikiyor. Avının hatasını bekleyip değerlendiren emperyalistler en sonunda esas amacını ortaya koyuyor ve Anadolu’dan Türk’leri aynı Avrupa’dan çıkardığı gibi atmak isteğini ortaya döküyor. Bugün dünden farklı değil. Hala bu topraklar için planları var. Atatürk geleceği o günlerde tahmin etmiş ve kendimize dersler çıkaracağımız bu değerli hitabeyi bize söylemiş. “Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.” diye başlıyor ve şu güzel cümle ile bitiyor: “Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!”
*Lord Stratford Canning’in Türkiye Anıları (Stanley Lane Poole, çeviri Can Yücel, Yurt Yayınları Ankara 1988)