Bilim insanları, dünyanın var oluşu ile insan ömrünü kıyaslamış ve şu sonuca varmışlar. İnsan ömrü dünyanın varoluşu ile orantılandığında iki saniye sürüyormuş. Üniversitede Felsefe hocamız böyle örneklendirme yapmıştı. Bilmem doğru, bilmem yanlıştır.
Günlük endişelerden, yorumlardan, sıkıntılardan kendimizi ayırt edip, şöyle arkamıza yaslanıp gözlerimizi bir kapatalım. Gerçekten iki saniyeyi düşünelim. Gözlerimizi kapatıp, başımızı tavana, gökyüzüne çevirmeye bile fırsat kalmıyor. Bu iki saniye içerisinde aklımızdan neler gelip, neler geçebilir ki?
Annemiz-Babamız,
Çocuklarımız,
Yakınlarımız,
Dostlarımız,
Arkadaşlarımız,
Komşularımız,
İş-mesai arkadaşlarımız,
Evimiz, işyerimiz, mahallemiz, köyümüz, kentimiz, şehrimiz, ülkemiz ve…
Bu iki saniye içersinde hangisini hatırlayıp, hangisine öncelik tanıyacağız.
Bir düşünelim; İki saniye içerisinde doğuyorsun, önce bebekliğinizi, çocukluğunuzu yaşıyorsunuz.
Kreşe, sonra sırasıyla ilkokula, ardından orta ve lise öğrenimini, devam edenler için yüksek öğrenimini, etmeyenler için ise çıraklığı, kalfalığı, ustalığı yaşıyorsun.
Mekan açıp işe başlıyorsun. Evlenip çoluk-çocuğa karışıyorsun. Bu süreç içersinde iyi-kötü günler yaşayıp, bazen üzülüyor bazen de gülüyorsun.
Anılar biriktirip, geleceğe dair planlamalar yapıyorsun.
Tüm bunları koskocaman iki saniye içerisine sığdırıyorsun.
Ya sonrası!
Yaşanan her günün ardından, her canlı için bir ümit, bir hayal vardır. İnsanların, gelecekle ilgili planları, umutları hiç bitmez. Bitmemeli de. Yaşayan her insan ne dünden ne de bugünden ve yarından vazgeçmemelidir.
Ömrümüz, tüm yaşantımız ve geleceğimiz koskocaman “İKİ” saniyeye bile sığdırılmaya çalışılsa yine de çok uzun bir süredir mutlaka.
İnsan olarak hepimiz, kimlerimizi, ne şekilde, ne zaman kaybettik?
Hangimiz,
neyin hesabını tutarak,
gelecekten vazgeçtik?
“İKİ Saniye” bile olsa, geleceğe sımsıkı sarılarak bakacağız. Bakmalıyız.