Geçtiğimiz hafta, Prof. Dr. Ebubekir Sofuoğlu katıldığı bir televizyon programında üniversiteler için “fuhuş yuvası” ifadesini kullandı. Utanmadı, sıkılmadı ve kullandı. Böyle düşünüyorsa orada ne işi olduğunu çok merak ettim. Liyakatli bir biçimde bu mertebeye geldiğini varsayarak, profesör olabilmesi için üniversite kurumunun çatısı altında, uzun yıllar emek vermiş olmalı. Bunca yıl, böyle bir yer olduğunu düşündüyse, bundan rahatsız olduysa ve rahatsız olduğu konuyu değiştirmek için en ufak bir çaba harcamadıysa vay o üniversitelerin haline… Yazık o kişiden eğitim alan öğrencilere… Diyelim ki değiştirmek için çabaladı ama bunca yıl bir sonuca ulaşamadı. O zaman da eyvahlar olsun o akademik birikime.
Konuyla ilgili sosyal medya hesabından açıklamalarda bulunan YÖK Başkanı Prof. Dr. Yekta Saraç, “Sakarya Üniversitesindeki bir öğretim üyesinin katıldığı bir televizyon programında üniversitelerimiz hakkında sarf etmiş olduğu ve kamuoyunun haklı olarak büyük tepkisini çeken ifadelere dair üniversitesince işlem başlatılmıştır.” dedi. İşlem başlatıldı? Uyarı, kınama, uzaklaştırma ya da mesleğe son verme hangisi? Bana göre, böyle bir açıklamanın ardından, onurlu bir biçimde istifa gelmeli, ne işlem yapılacağının bir önemi yok. Zaten üniversite kapılarında yüksek lisans, doktora yapabilmek için kendini parçalayan, ama bir tanıdık bulamadığı için akademide yer alamayan bir sürü akademisyen adayı var. Onlara yer açılsın işte, daha iyi değil mi?
Gelelim bu cümlenin yaratacağı toplumsal cinsiyet travmalarına. Bu cümle eminim erkek babalarından çok kız babalarını sarstı. “Ne de olsa erkeğin elinin kiri.” Ya kız çocukları böyle bir yerde ne işleri var? Okumasınlar mı bu çocuklar. Ya da okusunlar da öyle kızlı erkekli değil ayrı ayrı okusunlar. Edepleriyle okusunlar, hobi olarak yine okusunlar.
Bir akademisyen nasıl oluyor da toplumda kadınların bu günlere gelebilmek için verdiği mücadeleyi, elde ettiği kazanımları bir cümlesiyle çöpe atabiliyor? İster istemez böyle akademisyen olmaz olsun diye düşünüyorum. Bu kadınlar işçi oldular, öldürüldüler (8 Mart 1857, ABD), oy hakkı istediler, öldürüldüler (4 Haziran 1913, İngiltere), tecavüze uğradılar, namusumuzu kirletti denip aileleri tarafından öldürüldüler (1990’lar Türkiye), boşanmak istediler, öldürüldüler ( hala devam ediyor) şimdi bir de okumak istedikleri için mi öldürülsünler?
Ş. Ezgi Tuncel