“Sebebi cüzdanımda” dedim, “Seni niye evime aldığımın sebebi…” Kafasını bana doğru çevirdi. Bense titreyen parmağımı ikinci kez kaldırıp duvar dibindeki koltuğun kenarına iliştirdiğim çantamı işaret ettim. “Onun içinde…”
Adam, gayet rahat hareketlerle yerde duran çanta-mı kavrayıp hızla yere boşalttı. Ruj, allık, parfüm, bir-kaç not defteri, kayıt cihazı ve bir sürü ıvır zıvır büyük bir gürültüyle yere saçıldı. Adam, bir enkazı andıran malzemeleri alelacele ayrıştırarak bulduğu cüzdanı eline aldı ve içerisindekileri tek tek çıkartmaya başladı. Baktığı her karta, fotoğrafa, eline geçen her şeye şöyle bir göz gezdirip her birini yerdeki yığının içine gönderiyordu. Ta ki çalıştığım TV kanalına ait kartviziti bulana dek. Bir süre kadar kartvizitle suratım arasında gelgit yaptı. Durumu garipser bir hali vardı. Utanmış-tım. Onun bir şey sormasına fırsat vermeden kafamı önüme eğip mırıldanmaya başladım.
“… İşte, ben de belki seni evime alır ve yaralarını tedavi edersem, yani sen de bana belki röportaj şey yaparsın diye, ondan şey yaptım seni. Ben öyle düşündüm ama… Ben… Sorun değil yani, röportaj yapmasak da olur yani…”
Açıklamam bittiğinde kısa bir sessizlik yaşandı. Başım hala önümdeydi. Gözlerim, salondaki halının desenlerini ilk defa fark etmiş gibi yere takılı kalmıştı, uzun uzun halı ve nasıl dokunduğuyla ilgili çıkarımlar-da bulundum. Her an kafama bir kurşun yiyebileceğim ihtimalini de hesaba katmadım değil. Muhtemelen yüzüstü olarak düşerdim halıya. Yalnız yine halı. Belki de cesedimi bu halıya saracaktı. Bu halıyı dokuyanların da Allah belasını versindi.
Devamı gelecek…