Soruma bir cevap vermeden ani bir hareketle beni kolumdan çekerek mutfak kapısının arkasındaki fayans işlemeli soğuk duvara savurdu. Sol elinde tuttuğu silah, hala kafamdaydı. Beni tepeden tırnağa mide bulandırıcı bir böcekmişim gibi küçümseyici bir ifadeyle süzdükten sonra “Kimsin sen?” dedi, bakışlarındaki kuşkuda hiçbir eksilme yoktu: “Neden beni evine aldın?”
Kalp çarpıntım yine başlamıştı. Nefesim kesiliyordu, spreyimi sıkmazsam, tetiğe basılmasına bile gerek kalmadan oracıkta canımı teslim edebilirdim. Soğuk soğuk terlemeye başladım. Göğsüm hızla inip kalkıyordu. Bayılmama ramak kalmıştı. Durumumu sezinlemiş olacak ki silahı yavaşça aşağı indirdi. Bakışlarındaki şüphe sesine de sinmişti: “Hasta mısın?” Kesik bir sesle cevap verebildim: “Spreyim…”
Elini arkasına götürüp silahı beline taktı. Ardından ruhu çekilmiş bir ceset gibi bembeyaz kesilmiş gövdemi kollarımdan kavrayarak ayakta tuttu. “Nerede?” diye sordu, mutfak kapısından çıkarken. “Salonda.”
Beni, iki eliyle destekleyerek salona kadar götürdü. Omuzlarım terden sırılsıklam olmuştu. Son takatimle parmağımı kaldırıp sehpanın üzerinde duran nefes açıcı spreyi işaret ettim. “Orda…” Gayet serinkanlı tavırlarla beni koltuğa oturtup sprey şişesini elime tutuşturdu. Ama parmaklarımdaki uyuşma yüzünden elimde tutamadığım sprey avuçlarımdan kayıp koltuğun altına yuvarlanmıştı.
Adamın gözlerindeki kuşku, bu hadisenin üzerine tekrardan parladı. Acaba onunla oyun mu oynuyordum? Ne delilik. Yüzüne tekrar takındığı o küçümseyici ifadeyle yere düşen spreyi alıp sert bir hamleyle boğazıma dayadı. Dozu almamı sağladıktan sonra ise bir müddet dinlenmeme müsaade etti. Kendime gelmemi beklerken, bir gözü bende olmak üzere birkaç defa perdeyi aralayıp dışarısını kola-çan etti. Nefesimi kontrol altına aldıktan sonraki ilk cümlemi kurarken de gözü hala yarı aralanmış perdeden dışarı bakıyordu.
Devam edecek