Bütün bir hafta yoğun bir tempoyla çalışmış bir memur… Pazartesi, Salı, Çarşamba, birbiri ardına gelen ritmik, birbirini sıkan bir o kadar kasvetli bir ortam. Memuriyet gibi, oradasın, bir işle meşgul olman lazım ama hiçbir işin yokmuş gibi… Kasvet hat safhaya ulaşmış… O da ne müdürlüğün en sevilen personeli ve bir belge imzalanması gerekiyor, çabucak geçiştirmen gerekiyormuş gibi… Müdürüm yok! İki kelimeyle özetlenen, tek kelime ile bezginliğin karşılığı olan, adeta Meryem Uzerli’nin gündelik hayattaki, “Ay çok para kazanıyorum, durun ben bir tükeneyim” sendromu…
4 yıl Eğitim Fakültesi’nde okuduktan sonra, zor bir coğrafyaya atanıp, gelecek olan tatil günlerinin tez gelmesini ummak gibi… Çanakkaleli bir genç, atandığı yer ise bir sürpriz… Muş! Doğunun güzide illerinden olan Muş, bir öğretmen için yaşanabilir olmasına rağmen, Çanakkaleli bir kadın müzik öğretmeni için fazlasıyla anlaşılmaz olabilir. Mesleğin daha birinci yılında istifa etmeyi düşünürsün ama edemezsin, almış olduğun maaş tatlı gelir. İkinci sene bir Türkiye gerçeğidir, torpil yapmayı umarsın ama yapamazsın artık amcaların eskisi gibi güçlü değildir… Çaresizce işine odaklanırsın sanki işin bulunduğun coğrafyayı biran önce terk etmen gerekiyormuşçasına…
Teslim olursun.
Bilinçaltının sana oynadığı özgürlük, öğretmenlik, gereksiz idealizm ve fantastik oyunları bir kenara bırakırsın ve öğrencilerin masumiyetine teslim olursun. Sen öğretmen olmuşsun ve senin yegane amacın 80 darbesi sonrası Türkiye’yi görmeyen Z kuşağını şekillendirecekmiş gibi… Öğretmen olmak gelecek tatil günlerini hesaplamak mı yoksa genç bir nesli hatalarından arındırarak, geleceğe hazırlamak mı, okuduğunuz bu yazıdaki size düşen görevdir…
Muş’ta, Çanakkaleli bir öğretmen, Pazar gününe ulaşabilen… O haftanın gerginliğini üzerinden atabilmek umuduyla hazırladığın piknik sepetinle, çelik kapının önünde yerini alırsın. Muş’ta tanışıp, aşık olduğun Edremitli polis memuru ile bütün hafta gideceğin piknik yerinin hayalini kurmuşsun. Sepet açılır, kırmızı benekli, Çarşı Caddesi’nden aldığın bembeyaz pikeyi yere serersin… Öğretmenlik yaparken tekrar tekrar deneyerek öğrendiğin yaprak sarmasından yaparsın ve yegane aşkının tadına bakmasını beklersin… Beğensin yada beğenmesin!
O anda aradan geçen ve saatlerce süren sohbetten sonra tuvalet ihtiyacı gelir insanoğluna… Piknik yerine Allah’ın dağı olarak tabir edilen, şehir merkezine 5 kilometre kala mesafedeki bir seyyar tuvalete gidersin… Erkekler ve kadınlar ayrı ayrı yer almıştır, boş bir platonun üzerinde… Alüvyon toprak mı değil mi bakmaksızın ihtiyacını gidermeye çalışırsın ama o da ne?
Kadınlar mı tuvaleti daha pis kullanır yoksa erkekler mi?
Bugün tanıştığım bir garson arkadaşıma hangi cinsin tuvaleti daha pis diye sordum. Erkekler tuvaletinde peçetenin hiç bitmediğini ve kadınlar tuvaletinde peçeteyi yetiştiremediğinden dert yandı.
Sonuç olarak, erkeklerin tuvaleti daha pis kullandığından bahsederken, kendi bilinçaltımda, bütün hafta beklediğim Pazar günü pikniğinde daha ne kadar bilinçaltımdan uzaklaşabilirim…