Hatırlarım, saatler kalmıştı 2020’ye… Heyecanlıydık, yeni bir yıldan beklentilerimiz vardı. Ekonomi daha iyi olur mu, maaşlara ne kadar zam gelecek, kendimizi döndürebilir miyiz… Sürekli sorularla mücadele ediyorduk. Saatler 23.59 olduğunda heyecan bir adım daha arttı. Ay sonu cebime baktım boş… Bir an önce girelim artık dedim ve o da ne, havai fişekleri duydum.
Girmişiz!
Girdik gireli, bir garabettir, bir hilkat garibesidir gidiyoruz. Avustralya ormanları yandı cayır cayır… Bizimkiler “aha kundaklama” dedi ama olay bambaşkaydı. Küresel ısınma ve iklim değişikliği koalaları canından bezdirdi. Koalalar Avustralya içerisinde kucaktan kucağa kurtuluşun yollarını aradılar, bulamadılar, soyları tükenme tehlikesi ile karşı karşıya kaldı.
Gelelim gelişmekte olan ülke diye lanse edilen Türkiye’ye… Bizler geliştik mi bilmem ama fay hatlarımız gelişti. Hareketlenme olmayan fay zonu bile Trakya düğününe gelmiş gençlerimiz gibi oynamaya başladılar. Manisa, Muğla, Elazığ, Malatya, Çanakkale, İzmir, Adıyaman, Şanlıurfa, Gaziantep, zanzır zangır oynadılar. Çok canlar yitirdik, yine de akıllanmadık. Akıllanır gibi yaptık…
Alüvyon toprak üzerinde evi bulunan vatandaşımız, evinin önünde yetişen domatesi yerken yakalandı depreme… Sallanıyordu bina, sallanma da denilemezdi buna tam anlamıyla yalpalama… Deprem anında ilk yardım yöntemimiz olan ayağa kalkıp, depremin durmasını sabırla bekleme metodu, birçokları için başarılı işliyor… Yurttaşlarımız arada ahizeye bakıp “hala sallanıyoruz” demekten kendisini alamıyor.
Konuyla ilgili röportaj gerçekleştirdiğimiz Mimarlar Odası Şube Başkanı, “sallanan binadan zarar gelmez” dedi. “Betonun esnekliğinin göstergesi olan sallanma, binanın dinamizminden kaynaklanmaktadır” dedi yüreklere su serpti.
Toplanma alanları yeterli mi?
Çanakkale nüfusu 130 bin… AFAD’dan alınan verilere göre; kentteki toplanma alanı sayısı sadece 24… Bu durumda 130 bini 24’e böldüğünüzde, toplanma alanı başına ortalama 5 bin 416 kişi düşüyor. Bir toplanma alanına 5 bin kişi nasıl sığar? Farklı istatistiksel yöntemlerle matematikçiler açıklasın!
Yangın, deprem, sel, virüs, çığ derken bir de uçağımız düştü.
İzmir-İstanbul seferini yapan uçağımız, kulenin pas geç uyarılarına rağmen, ben buraya inerim diyerek, arkadan gelen rüzgarda inmeye çalıştı. Uçak yere 30 metre kala, çakılır gibi tekerleğini piste koydu ve savrulma kaçınılmaz oldu. Karşılıklı yapılan hatalar sonucunda, olan yine vatandaşa oldu, hata can aldı.
Ben Türk insanını her zaman düşen uçağa benzetmişimdir.
Konunun özeti; Rüzgarın tersten esmesine karşın, rüzgarı karşıdan aldığını sanan yurttaş, ben hayatta kalırım diyerek diretir. Doğanın gücü karşısında daha yetenekli olduğu kanısına kapılır ve doğa anaya karşı koyarak inişe geçer… İnemeyeceğini anladığı anda iş işten geçmiştir, piste sert koyar ve sürtünme başlar… Sürtünmenin etkisi ile kendisine gelmeye çalışsa da hatalar o denli fazladır ki parçalanmaktan kurtulamaz. Bazılarının hayatında kule de olmaz ve işler rayından çıkar…
Ki, Türk insanı raydan çıktığında da neler olduğunu bilir, sonuçsuz kalır!