Herkeste var bende de olsun, herkeste varsa benden uzak dursun.
Bu iki cümle günlük hayatımızdaki pek çok kararı derinden etkiliyor. Bazen ihtiyaçlarımızın ne olduğuna, bunları karşıladığımız yerlere bu cümlelerin bizdeki karşılığına göre karar veriyoruz.
Bazen ihtiyaçlarımızı bu cümlelere göre düzenliyoruz.
Çocukken hatırlarsınız anne-babanızdan bir şey istediğinizde ve bunu elde etmek için “Ama herkes aldı bundan” dediğinizde onların yanıtı genellikle “Herkes kendini uçurumdan atıyormuş, sen de atlayacak mısın?” olurdu.
Özellikle ergenlik çağındaki insanlar “sürü”den ya çok farklı görünmek için çabalar ya da kendilerini onun tam bir parçası haline getirmeye çalışır.
Elbette her durumda olduğu gibi burada da istisnalar vardır. Hatta günümüzde bu istisna olma durumu nihayet teşvik edilir hale geldi. Bilirsiniz, Mor İnek teorileri vesaire.
Sürüye dahil olmak elbette size güvenlik, kaynaklara ulaşımda kolaylık gibi pek çok avantaj sağlar. Bunların yanında kendinizi kabul edilmiş, onaylanmış hissedersiniz (her ne kadar sahte bir his de olsa). Buraya kadar zaten sıkıntı yok.
Sıkıntılı kısım sürünün size yabancılaşmamasını sürekli kılmakta. Bir gün bir de bakmışsınız ki evinize pembe kalpli çerez tabağı almış; herkesin öve öve bitiremediği ama içten içe nefret ettiğiniz bir markanın eşyasını kullanır olmuşsunuz.
Sürüyü oluşturan parçalardan birinin de siz olduğunuzu unuttuğunuzda, kendinizi çoğunlukla oksijen tüketmekten başka bir işe yaramayan bir bütünün parçası olarak bulursunuz.
Gelelim Mor İneklere.
Onlar da sanıldığı kadar sürü dışı değiller. Yine benzer basmakalıplık sıkıntısı onları da buluyor. “Ben herkesten farklıyım” sürüsünün bir üyesi oluyor; o tarz ritüeller gerçekleştiriyorsunuz.
Bu arada bir tek kendiniz olamıyorsunuz.
Hayatınızı, kararlarınızı hep “başkaları” yönetmiş oluyor.
Yoksa ne demiş ünlü Türk büyüğü Tarkan, “Başkası olma kendin ol, böyle çok daha güzelsin.”