“Hayvanları yeme arzumuzu sürdürdükçe; mutluluğu elde etmek, dolayısıyla da adil bir toplum yaratmak için gereken şartları sağlamak nasıl mümkün olacak?” Sokrates
Yaklaşık 8 yıl kadar önce bir haberi takip etmek üzere Cumhuriyet Meydanı’na gittim. Kentteki “Hayvan sever” hanımefendiler, başka bir şehirde yapılan eziyeti protesto etmek için alandaki yerlerini almışlardı.
Üzerlerinde kürkler, ayaklarında yılan derisi ayakkabılar, timsah derisi çantaları ile dört başı mamur hazırlanıp gelmişlerdi meydana.
Dost başa düşman ayağa derler, elimde değildi hanımefendilerin göz alıcı (yoksa can alıcı mı demeliydim) kıyafetlerine bakmamak.
Yanlış hatırlamıyorsam bir sokak köpeğine işkence edilmişti. Hanımefendiler kalplerinin taaa en derinlerinde hissederek olayı protesto ettiler, sonra da “Ay acıktık ayol, hadi gidip birer döner ya da kuzu şiş yiyelim” dediler.
“E, oha dedim” kendi kendime, ne yalan söyleyeyim. Köpeğe acıyorsun da koyunun bebeği olan kuzunun hiç mi canı yok diye hayıflandım kendi kendime.
Bu tepeden bakışım 5 saniye falan sürdü. Gerçi görmezden geldiğim 36 yılı düşünecek olursam o beş saniye 36 yıl ve 5 saniyedir ama ilk etapta insan kendisine bu kadar yüklenemiyor doğal olarak. (Picasso’dan alıntı yaptım bu yazımda da, umarım en azından sosyal medya üzerinden falan zeki zeki sözleri okuyup; dağarcığa attığımın altını çizebilmişimdir.)
Sen ne yedin, kimi yedin bu kadar zaman boyunca peki? Kimlerin cesetleri süsledi tabağını? Sen kimsin de bu insanları yargılıyor; kendinin onlardan daha da iyi olduğu hayaline kapılıyorsun? İnsanın kendi muhasebesini yapması öyle zor ki. Kendinizi, yaptıklarını haklı gösterecek, doğru gösterecek bir yol arıyorsunuz. Alışkanlıklarınızı, ailenizden ya da çevrenizden edindiğiniz bilgileri, okulda size öğretilenleri düşünüyorsunuz. Artık bir daha asla görmezden gelemeyeceğiniz noktaya vardığınız ana kadar yaşıyorsunuz bunları.
Benimki o dönemde çalıştığım işyerinin kapısına kadar sürdü. O kapıdan içeri vejetaryen olarak girdim. Elbette şimdi anlıyorum ki bu da geçici bir çözümmüş. Şimdiki aklım olsaydı o gün doğrudan vegan olurdum.
Belki bilmeyenleriniz vardır diye söyleyeyim, veganlar hayvanlardan elde edilen hiçbir ürünü tüketmez. Sizin et, bizim ceset dediğimiz şey soframızda yer almaz. Doğar doğmaz annelerinden ayrılan yavrular, dölleme adı altındaki yasal tecavüzler, erkek yavruların doğumlarının üzerinden geçen kısacık sürede süt ya da yumurta endüstrisi için köle olamayacaklarından gırtlaklarının kesilmesi gibi aklınıza gelen ya da gelmeyen zulüm çeşitleri veganların hayatında yer almaz.
Kediye, köpeğe gösterilen sözde merhametten ve sevgiden münezzeh olmakla birlikte veganlık salt sevgi işi değildir.
Veganlık “adil, merhametli” olduğunu iddia edenlerin turnusol kâğıdıdır. Yeni bir moda akımı, entel dantel takımının icadı değildir.
Yazıyı Pisagor’un sonuna kadar katıldığım şu sözüyle bitireyim “İnsan, diğer varlıkların acımasız yok edicisi olduğu sürece sağlık ya da barış nedir bilmeyecektir.”