PERDELER AÇIK KALSIN
Çanakkale’de kimine göre geçim kaygısı, kimine göre siyasetin yön vericiliği, kimine göre de siyasetin ve yan etkenlerinin algı operasyonu ön planda.
Eleştiriler, karşılıklı eleştiriler, sert eleştiriler derken genel anlamı ile ‘oyun’un içinde medya da kendini buluyor.
“Yan-yön, yanaşma, destekleme, besleme-beslenme, tetikçi” gibi sözler havada uçuşuyor. Ağır ithamlar da var. Siyasetçi eleştiriye açık olmak gerçeği ile bugün söylediğini yarın verilen cevapla unutabiliyor ya da ‘o gündem değişti’ diyebiliyor.
Sade vatandaşın ise bu tür eleştirilerle uzaktan yakından ilgisi yok. Eleştiri denilen mekanizmayı en fazla ev halinde “bu ay bütçe yetmedi. Hasan yine alamadım çocuğa ayakkabı’ sözleriyle duyuyor.
Gazeteciler mi?
Halkın haber alma hakkına saygı duyarak ‘kamusal’ görevlerini yerine getiren gazeteciler sade vatandaştan değilse de, iş dünyasından ve siyasilerden yoğun eleştiri alıyor. Hatta bazen eleştiri sınırı da aşılıp ‘hakaret’e maruz kalıyor gazeteci.
Ne için?
Haberi kamuoyuna duyurduğu için mi?
Yoksa o tarihi öyküdeki gibi birilerinin perdeleri kapattığı için mi?
Bence, perdeler açık kalsın..
Karar okurun…
Atatürk Çağı’nın tanınmış yazarlarından Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya adlı eserinde şu öyküyü görüyoruz…
1920lerin başlangıç yıllarında Atatürk, sık sık İzmir’e gitmektedir, Yine böyle bir gezi sırasında, İzmir’de Kordon Boyu’nda kendisine ayrılan evde, arkadaşları ile yaptığı fikir alışverişi ile ünlü akşam sofrası düzenlenir. Sofra, yoldan geçenlerin görebileceği bir odadadır. Yoldan geçen halk, pek tabiî ilgilenir ve merakla seyre başlar. Bunun üzerine Vali, perdelerin kapatılmasını emreder. Atatürk, bu duruma müdahale ederek şöyle der: “… Vali Bey, dışarıdaki halk, acaba bizim ne yaptığımızı sanıyor? İçki içtiğimizden şüphesi yok. Fakat; şimdi, kadın da oynattığımızı ve kim bilir daha neler yaptığımızı zannedecekler. İçki içmekten başka bir şey yapmadığımızı görmeleri için perdeleri açtırınız”
(Atatürk Araştırma Merkezi dergi alıntı)