BARAN!
Baran, çift demirinin toprakta açtığı, geniş yarık, saban izi…
Üzüm çubuğu ya da sebze fidesi dikmek için hazırlanan çukur.
Bağda üzüm çubuklarını dayamaya yarayan çatal ağaç, kazık.
Fasulye sırığı. Bağda omçaların, bahçede meyve ağaçlarının ve öteki bitkilerin dizisi, sırası. Kürtçe’de ve genel olarak halk arasında yağmur, yağış anlamında kullanılır. Yağmur da, tabidir ki, bereket demektir. Bir de Boran var. Peki, bu ne demek? Rüzgâr, şimşek ve gök gürültüsü ile ortaya çıkan, sağanak yağışlı hava olayı. Gök gürültüsü, çakım ve yıldırım gibi elektrik olayları ve sağanak yağmuru ile karışık fırtına. Yağmur, Boran, Baran deyince aklımıza İbrahim Tatlıses’in güzel bir türküsü geldi;
Bu Kar Boran Yaza döner,
Acılar tükenir biter,
Sil gözün ağlama yeter.
Sana gelen bana gelsin. Bir de, gelip geçici yağmur için kullanılan, şu sözcük vardır. Baht-ı Baran. Baht denilince, bu kere de Ziya Paşa gelmez mi aklımıza! Üstelik Bahtsız olanlarla ilgili. Buyurunuz;
Bi-baht olanın bağına bir katresi düşmez,
Baran yerine dürr ü Güher yağsa semadan! (Açıklaması: Yağmur yerine inci ve mücevher yağsa gökten, Talihsiz olanın, bahçesine bir damlası düşmez. Bunun argoda başka bir deyişi vardır ancak, biplemek gerek)
KÖR AT!
İskelede, durakta otobüs bekliyoruz. Üniversite öğrencisi, üç- dört genç kızımız, ha ha hah ha, ki ki ki ki. Kıkır kıkır gülüyorlar. İçimizden, “İnşallah aynı otobüse binmeyiz” diye geçirdik. Zira çekilecek gibi değil. Yaptıkları iş, tam bir aymazlık, terbiyesizlik. Ne yazık ki, aynı otobüse bindik. Aynı tantana devam ediyor. Otobüs kadınlar hamamına döndü. Ya da Cennet Mahallesine… Vur patlasın, çal oynasın. Sanki Sulukule. Dayanılmaz hale gelince, “Gençler. Biraz sessiz olur musunuz? Lütfen” dedik. O an bıçakla kesildi kikirikler ama nafile… Otuz saniye sonra tekrar başladı. Yanımızda ayakta duran üç erkek öğrenci var. Onlar da bu yapılanlardan rahatsız oldular. Birine, “Gördünüz mü? Yine gürültü yapmaya devam ediyorlar. Bir atasözümüz var. Tam yeri. Atalarımız demişler ki, Kör At’a ha göz kırpmışsın ha baş sallamışsın. Ne fark eder ki? Bunlarınki de öyle” dedik. Delikanlılar İnşaat Mühendisliği okuyorlar. Eli yüzü düzgün, edepli çocuklar. Birisiyle sohbet etmeye başladık. Adı Baran TOKSOY. Şimdiki gençlerin bu fütursuz davranışlarından bahsettik. Sizi de onları da köşemizde yazacağız dedik, sevindi. Pazartesi internetten oku dedik. Baran yeğenim. Yolun, Bahtın açık ola… Baran gibi, yağmur gibi insanlığa hizmet edersiniz, inşallah. İşte böyle. Baran, Boran derken nerelere geldik.
ÇOK AZ UCUNDAN
Bugünkü fıkramız da, yine Yağmur üstüne… O yıl kuraklık köy halkının belini bükmüş; ahali her gün yağmur duasına çıkıyormuş, ama bir türlü yağmur yağmıyormuş. Kahvehanede oturmuş, hoca ile birlikte yağmur duasına gidenleri seyreden Bektaşî onları çağırmış:
– Ey ahali, buraya gelin! Ben size yağmur yağdıracağım!.. Köylüler de hoca ile birlikte Bektaşî’nin etrafında toplanmışlar. Bektaşî tekrar seslemiş: – Bana bir kova su bulun!.. Hemen bir kova su bulup getirmişler. Sırtından çıkardığı hırkasını kovanın içine atıp bir güzel yıkayan Bektaşî, kurması için söğüt ağacının dalına asmış. Tam o sırada şimşekler çakmış, gök gürlemiş, ardından da şakır, şakır yağmur yağmaya başlamış. Şaşıran köylüler, Bektaşî’nin ermiş olduğuna inanıp, elini öpmek için yarışa girmişler. Bektaşî de bundan rahatsız olup demiş ki: – Durun yahu!.. Ne yapıyorsunuz? Benim ermiş olduğum filan yok!.. Köylüler hep bir ağızdan seslenmişler: – Efendi hazretleri siz gerçekten ermişsiniz. Siz ermiş olmasaydınız yağmur yağar mıydı? – Yahu kardeşim, benim ermiş olduğum filan yok. Sadece hırkamı yıkayıp kurusun diye söğüt dalına astım. Köylüler hep bir ağızdan sormuş: – Peki, o zaman yağmuru nasıl yağdırdın? Bektaşî cevap vermiş: – Bugünlerde yukarıdaki ile aram bozuk. Bana kızdığını bildiğim için, hırkamı yıkayıp kurusun diye söğüt dalına astım. O da kurumasın diye yağmur yağdırdı. Sağlıcakla kalınız. Bahtınız açık olsun.