Yok yok, “Bu mezeler olmamış” diyene atılan bir şey değil yumruk mezesi. Başka bir şey… Bizim köyde Memet abiden duymuştum ilk kez. “Sen Yumruk Mezesi nedir biliyor musun?” demişti. Bilmiyorum demiştim. Bilmiyordum.
Nedir abi dedim. “Hiç mezen yoksa rakı içerken, kadehten bir fırt alıp yumruğunla ağzını silersin. İşte buna yumruk mezesi denir.” dedi. Bir elma bile yok mu abi dedim. “Bazen bulamazsın.” dedi. Savaşta mıyız abi aşkolsun dedim. Gülüştük. Hınzırca göz kırptı. “Zamana bak yeğen!” diye ekledi. Memet Abi göz kırparsa vardır bir bildiği, sual olunmaz!
Bu yumruk mezesi meselesi çok içime sinmemişti. Bu topraklar, verimlidir. Sebzenin, meyvenin her türlüsü var. Ayrıca siyah/yeşil zeytindi, yağıydı derken. Dağ başında mahsur kalıp da içmiyorsan eğer, mezelerin en lezzetlisi ve sadesi mevcut. Hiç olmadı gir bir tarlaya, salatalık ibadullah! Niye yumruk mezesi? Çöle mi düştük yahu?
Bilge kişilere çok soru sorulmaz. Vardır bir bildikleri… Özlü sözlerinin anlamını çözmeye çalışırsın. Vâkıf olmaya çalışırsın. Öyle yetiştirildik. Merak edip, soru sormamız daha sonraki yıllarda oldu. Bilgelik makamına saygımız hiç eksilmedi ama…
Bende Memet Abiye daha fazla sormadım ama araştır! diye dürttü şeytan. Malum, şeytan içkiyi sever! Meğerse hayatta her şeyin cevabı varmış… Her şeyin ansiklopedisi olur da rakının olmaz mıymış… Varmış. Başvuralım bakalım.
YUMRUK MEZESİ NEDİR?
Osmanlı’da içkinin Müslümanlara yasak olduğu bilinir. Buna rağmen halkın içki içmekten vazgeçmediği de bilinir. Pratik Türk zekasının bulduğu çözüm, hizmeti halkın ayağına getiren “ayaklı meyhaneler” imiş. Bunlar koyun bağırsağından yapılmış bir tulumu rakı ile doldurup vücutlarına sarar ve elbiselerinin altına gizlerlermiş. Omuzlarına astıkları bir peştemal ile kendilerini belli ederlermiş. İçki içmek isteyen ama gedikli meyhanelere gidecek parası veya cesareti olmayan vatandaş bunlara yanaşır, tulumun ucundaki musluktan tası-arak (Rakı tası) denilen bir kaba doldurulan rakıyı ayaküstü içtikten sonra yumrukları ile ağızlarını silerlermiş. Buna da “yumruk mezesi” adı verilirmiş.”
Rakı Ansiklopedisi / Reşad Ekrem Koçu – İstanbul Ansiklopedisi
Şimdi nerden geldim buraya onu da yazayım. Telefondan telefona, hesaptan hesaba dolaşan iki “rakı” filmi var, onun üzerinden… Bir rakı firmasının viral çalışması. Bir filmi kısaca özet yapayım: Balık tezgahları bomboş… Rakı sofraları balıksız kalmış. Nasıl küskün halkımız bir görseniz. Boyunları bükük, yüzler tatsız, neşesiz…
Sonra av sezonu açılıyor, geri planda “Yeniden Başlasın” şarkısı… Balıklar birbiri ardına sökün ediyor. Aman efendim bir bolluk bir bolluk… Izgarada, çipuralar, sinaritler, lüferler.. Tavada, palamutlar, çıtır çıtır istavritler, sardalyalar sofralara konuyor. Rakılar dolduruluyor, neşeler yerine geliyor. Gülücükler, kahkahalar…
Ama filmler Türkiye’de değil başka bir ülkede geçiyor sanki. Mekanların güzelliği, örtülerin temizliği, tertemiz ve şık giyimli insanlar. Herkes mutlu, herkes keyifli. Böyle bir masaya gelecek hesabı gerçek hayatta kim ödeyebilir?
Paramızın pula dönmesi, küresel ısınma, insan hakları, hırpalanan analar, adam yerine konmayan gaziler, yalancı borsacı siyasetçiler, despot liderler, bozulan ekonomi…
Vallahi reklamcılara bir de yandaş basına bayılıyorum. En kısa zamanda bu dünyadan firar edip onların paralel evrenine geçmek istiyorum. Gazetelerini alıp, televizyonlarını seyretmek istiyorum.
Yalnız bir sorun var. Ayık kafayla pek çekilmiyorlar. Rakı derseniz, 35’liği bile astronomik rakamda, balığa nasıl yanaşacağız? Sardalyanın kilosu 40 liraydı geçen gün. Lüferin adını biliyoruz artık, kendisini de uzaktan görebiliyoruz.
O yüzden reklamlarda yaşamak istiyorum artık. Ne içerim ama…