“Analar, babalar, kardeşler, sandık başlarına giderken çocuklarınızı, kardeşlerinizi de yanınızda götürün. Götürün ki görsünler İşçi Partisine oy verdiğinizi. Çünkü o oylardır ki çocuklarınıza, kardeşlerinize sütüyle mamasıyla, yuvasıyla, çiçek bahçesi, çocuk bahçesiyle, doktoru, denizi, güneşiyle, renkli oyuncakları, gül gibi okulları, güpgüzel kitapları, yiğit öğretmenleri ve haktan yana olduğu için mutlu ana babalarıyla zengin ve dopdolu bir çocukluk sağlayacak ve yine çocuklarınıza, kardeşlerinize aydınlık bir gelecek, iş, sosyal adalet, toprak, ekmek, güven, eşitlik, özgürlük, insan onuru ve pırıl pırıl bir hayat kazandıracaktır.” (*)
Bu sözler Can Yücel’e ait. 1965 seçimlerindeki radyo konuşmasından. Bu konuşmanın hiçbir yerinde köprüler, otoyollar, nükleer santraller, hava limanlarından söz edilmiyor ve uygarlık ölçüsü olarak ele alınmamışlar.
Elektrik enerjisini kömürden/termik santralden ve nükleer santralden elde ederseniz, çocuklarımıza asla aydınlık bir gelecek bırakamazsınız. Pırıl pırıl bir hayat kazandıramazsınız. Eğer buna inanıyorsanız yanılıyorsunuz. Almanya elektrik enerjisinin yarıdan fazlasını artık fotovoltaik güneş panellerinden elde ediyor. Bu paneller için hep güneş gerekmiyor. Gündüz olması, ışık olması yeterli.
- •••
1965 seçimlerinin yıldızı olan ve meclis kürsüsünde konuşurken, Adalet Partisi milletvekilleri tarafından ağır şekilde dövülen bir başka İşçi Partili’den söz etmek istiyordum aslında. Çetin Altan’dan… Türk edebiyatının büyük ustası, başına gelenleri sonradan şöyle aktaracaktır:
“Bir santimetre beyaz etim yoktu, ama başımı saklamıştım bir banyo yaptım, yazımı da yazdım, ertesi gün çıktım geldim. Üç aya kalkamaz, kemikleri kırıldı diye konuşuyorlarmış, beni görünce hortlak görmüş gibi oldular.”
Huylarıdır bazılarının. Teke tekte bir sırtlan kadar çaresizdirler!
88 yaşında vefat eden Çetin Altan’ı hayatının son dönemlerinde hapse atamamanın derin üzüntüsünü yaşayanlar vardır elbette. Ancak kendisi veda yazısında aklı başında olanların yüreğini burkuyor. Hem de bunları söyleyen, her daim halkına umut aşılamış ve ‘enseyi karartmayın’ demiş bir isim… Yine diyor ama buruk, kalbi kırık… Ne diyor, 2 Mart 2011 tarihli yazısında:
“Biz torunlarımıza istediğimiz ülkeyi bırakamıyoruz.”
Çetin Altan ekliyor…
“Ama siz uğraşırsanız, mücadeleden vazgeçmezseniz, dünyadan ayrılırken ‘torunlarımıza istediğimiz ülkeyi bırakıyoruz’ deme mutluluğunu siz tadabilirsiniz. Hayallerinizden, ümitlerinizden, mücadelenizden vazgeçmeyin. Amacınıza ulaşamazsanız da, bu amacı gelecek kuşaklara devretseniz de, kozmosla son hesaplaşmanızda, ‘daha iyi bir dünya için biz de fena mücadele etmedik’ diyebilirsiniz. Bu da az şey değildir. Buruk da olsa, yorgun gözlerinizde bir tebessüm yaratır. O tebessümlerin çoğalması da elbet bir gün kurtarır bu ülkeyi. Enseyi karartmayın.”
Sayın Muharrem İnce, sorumluluğunuz büyük. Kurucu meclis gibi çalışacak bir heyetle yeni bir anayasa yapmalıyız. ‘Bunu yanına bırakmam’ özlü sözüyle hapse atılan, sırf ‘karşı’ olduğu için özgürlüklerinden mahrum bırakılan aydınlarımıza, Demirtaş gibi ‘yakışıklı’ siyasetçilerimize ihtiyaç var.
Önce bahar havasına ihtiyaç var ama…
Taze bir havaya…
Çiçek kokulu, güneşli ve huzur dolu bir havaya…
Getirin bize bu havayı.
Yol, köprü, hava limanı… İnşaatlar, inşaatlar… İnsanın yaşam kalitesine etki etmeyen her ne varsa, bunların bir ayrıcalık değil yapılması gereken asli görevler olduğunu anlatın. Planlı ve yerinde olmak kaydıyla ama…
Türkiye’nin bir büyük yazarı, enseyi karartmasa da umutsuzluk içinde öldü.
Yaşı küçük de olsa, büyük de…
Kimsenin hayallerinin ve umutlarının yok olmasına izin vermeyin.
Sayın İnce,
Uzun ince bir yolda yürüyorsunuz,
yolunuz açık olsun.
Enseyi karartmayın!
* (1965 Milletvekili Genel Seçimlerinde Türkiye İşçi Partisi adına Can Yücel’in (1926-1999) yaptığı radyo propaganda konuşmasından.)