-Dedeeee kaaaalk..
+Vooov bizim ufaklık oldukça büyümüş.
Torunumla birazcık oynadım. Mis gibi kokuyor kerata. Onuda kucağıma alıp balkona doğru yürümeye başladım. Sorular soruyordum yürürken. “Ne zaman geldiniz? Beni kaldırsaydınız ya oğlum.” Çok özlemişim. Balkona yaklaştıkça güzel kokular gelmeye başladı burnuma. Anlaşılan tüm maharetler sergilenmişti. Nede olsa vakit bulup gelemiyorlardı! O seyrek gelişlerinde de güzel bir sofra kurup hoş vakit geçirmeye çalışırdık.
-İyi akşamlar babacım.
+iyi Akşamlar Burak oğlum. Nasılsın?
-Teşekkürler babacım, iş güç çocuklar…
Burak oldukça detaylı bir anlatıma girmişti. Sigara yaktım. Dinliyor gibi yaptım. Ara ara onaylayıp, ara ara kafa sallıyordum. Hiç bir kelimeyi dinlemedim. Duygu içeri girdiğinde sarıldık. Güzel kızım çok özlemişim. Birazcık lafladık. Her detayını dinledim. Yemeğe geçtik.
Yemek yerken ihtiyaç olmadığı sürece konuşmamak gibi bir adetim vardır. Güzel yemeklerin keyfini çıkarıyordum. Bulduğum her fırsatta torunuma ve kızıma bakıp hasret gideriyordum. İçimdeki kasvet günleri hala gitmemişsede bu güzel an birazcık dağıtmıştı sisleri. Keşke bu anı ömrümün sonuna kadar yaşayabilsem, keşke hiç bitmese ama ne fayda.. Yemeklerden sonra çay içilir, meyve yenir. Sonra ufaktan kaçılır. Eee malum iş vardır! Aytenin sesini duydum.
-Burak oğlum ne oldu koluna?
+Önemli değil anneciğim küçük bir çizik.
Koluna baktım uzunca, derin denmezdi belki ama hatırı sayılır bir kesikti. Diğer koluna baktım. “Kötü” insanların kollarındaki izlerden eser yoktu, ne faça ne dövme. İyi bir ailede yetişmiş iyi bir çocuk diye düşündüm. Kesiğe baktım tekrar. Kesikler sebepsiz olmaz diye düşündüm. Sebebini sormak istedim. Vazgeçtim. Yemek yerken ihtiyaç olmadığı sürece konuşmamak gibi bir adetim vardır.