Çok defa, eski mektupları okumuşluğum oldu. Bana ait değildi hiçbirisi ama ben yazmışım gibi, bana yazılmış gibi heyecanla okudum; sayfalara sığmaya çalışan aşkları, ufuğa gömülü hasretleri…
Her seferinde hayallere daldım okurken. Hiç tanımadığım bu insanları hayal ederken buldum kendimi. Ben yazmışım gibi bana yazılmış gibi.
İnsan ister istemez yaşatıyor kafasında bu mektupları. Bakıyor şöyle bir sayfaya şıp diye anlıyor yazan kadın/erkek ne kadar tertipli, ne kadar düzenli… Bakıyorsunuz satır aralarının boşluğuna, yazılar kenarlardan ne kadar uzaktan başlıyor ölçüveriyorsunuz gözünüzle… “Tamam” diyorsunuz. “Biraz daha şöyle bir tip demek ki…” Söylediklerini de işin içine katınca tam teşekküllü bir karakter yaşamaya başlıyor kafanızda. Mektubu okuyup bir kenara koysanız dahi bu karakter sizinle yaşamaya devam ediyor. Mesela bir dondurma yemek üzeresiniz hemen mektuptan bir cümle geliyor aklınıza “Sen, gamlı, kederli yüreğimin tek ilacısın…” O dondurma bitene kadar eşlik ediyor size mektup sahibi… Kordon boyunda her dönemden birisinin olduğu kalabalık bir arkadaş grubuyla geziyorsunuz gibi düşünebilirsiniz…
Fakat “o” mektubu okuduktan sonra böyle bir şey hiç yaşamadım…
Hayatımda sadece bir defa intihar mektubu okudum. Baktım şöyle bir sayfaya önce. Harflerin büyüklüğüne küçüklüğüne, sayfa nizamına… Gayet güzel diye düşündüm içimden. İntihar mektubu olduğunu bildiğim için anlam veremedim hatta! Çok daha özensiz bekliyor insan. Ne bileyim yani ben mesela intihar edecek olsam bir şeyler yazamam sanırım. Yani ne yazacağımı düşünmeye öyle bir koyulurum ki unuturum intihar etmeyi falan. Yazın konusundaki yetersizliğimi geliştirme isteği düşer bir de üstüne… Kitaplar alırım, dergilere bakarım, üslupları incelerim falan. Derken bir bakmışsınız “Hayata tutunmuşum tekrar.”
İlk paragraf bir intihar mektubundan çok vasiyete benziyordu. Evim şu kişi tarafından kullanılabilir. Eşyalarımın komşunun şusuna verilmesi konusunda gerekli hassasiyetin gösterilmesini rica ederimler…
Dayanamadım mektubun tarihine baktım. 1990. Çok eski bir tarih değil diye düşündüm. Gerçi ben 30 yaşımı doldurmak üzereyim. Eski bir tarih de denebilir yani… Ben yaşama başladığımda intihar etmiş bu mektubun sahibi ne tuhaf… Belki de ben ölmeye başladığımda intihar etmiştir bunu bilemiyorum. İnsan yaşar mı ölür mü emin değilim. Belki de ikisidir. Belki de kimisi yaşar, kimisi ölür. Bilemiyorum. Mesela üst komşumuz Tufan amca kendisi ölüyordu. Mahalle bakkalı İbrahim amca ise yaşıyordu. Çok da emin değilim ama! Belki de tam tersidir. Tufan amca yaşıyordur da İbrahim amca ölüyordur. Belki ikisi de ölmez ya da ölüverir birden. Küçük bir ihtimal ama Tufan amca ibrahim amcanın kafasına düşebilir. O zaman İbrahim amca ölür ama Tufan amcaya belli olmaz. Yaşaya da bilir, öle de bilir…