Yirmi yıl önce ülkemiz AB için tüm şartları yerine getirmek üzereydi ve ülkemizin AB tam üyesi olacağından hepimiz umutluyduk. Halk seçimlerini demokrasiye uygun olarak yaptı ve seçimlerin sonuçları çoğunluğu hayal kırıklığına uğratsa da itiraz edilecek durum yoktu, demokrasi böyle emretti. Yıllar içinde yapılan politik tercihler bizi AB şartlarından oldukça uzaklaştırdı. Ekonomi, hukuk, adalet, kişisel hak ve özgürlükler, kadın ve çocuk hakları, sınır güvenliği, bölgesel ve dünya da barış içinde bir yönetim, sanayide marka yaratacak özgün üretim vb. tüm alanlarda olanı da koruyamadık. Tüm medeni alanlarda geriye gidişimiz durmadı. AB üyesi olacak bir ülke olacakken, vatandaşları turist olarak vize alamayan bir ülke olduk. Kimlik kartımızla uçağa binip şöyle Avrupadan beğendiğimiz bir kenti gezip gelmek artık hayal ötesi. Altmışlı yıllarda vasıfsız vatandaşlar, seksenlerden sonra siyasi baskıdan kaçanlar şimdi ise ülkede gelecek göremeyen elit, eğitimli gençler Avrupa da yaşamak için gönüllü oluyor. Ailemde tek bir birey bile yurt dışında yaşamıyor. Biz hep yaşamımızı sürdürebilecek kadarıyla yetindik. Şimdi düşünüyorum da neden gitmemişiz? Şimdi çocuklarımızın bu mutsuz hallerini göreceğimize biraz vatan hasreti çeker biraz elin vasıfsız işlerini yapar, çocuklarımızın doğdukları ülkede yabancılık çekmeden büyüdüklerini görürdük. Bizim yapamadığımız gözümüzü korkutan yabancılık duygularını, artık onlar yaşamak zorunda. Terketmediğimiz ülkemiz bu arada AB sınırlarında örülen yüksek emniyetli sınır duvarlarının arkasında kalırken, Ortadoğu ülkelerinin bir zamanlar korktuğumuz karışık etnik yapısı ve terör olaylarının tam ortasına yerleşti. Ortadoğu halklarına bir sınır yok. İsteyen hangi şehri beğeniyorsa orada yaşıyor. Yani Ortadoğu Edirne’de, Çanakkale’de başlıyor. “Ya sev ya terk”demişlerdi değil mi? Terk ettirdiğiniz vatandaşlar ülkemize lazımdı, gözü kapalı makarnaya oy veren kitleler değil.