Türkiye nüfusu büyük çoğunlukla kedilerden oluşuyor, insanlara da hoş görüyle yaklaşılıyor, kedilerin ayağına dolanmadıkları sürece elbette. Kedilere sürekli yiyecek bir şeyler veriliyor, aksi takdirde mesela bizim mahallenin sarman güzeliyle yavruları evin önüne kamp kurup ortalığı birbirine katıyorlar. Yine de ufukta yiyecek görünmezse bu sefer gelip yatak odasının penceresine oturuyor, perdeden içeriye tehditkâr, insanın yüreğine dehşet salan gölgeler düşürüyorlar. Camı kırabilirler mi acaba diye düşünüyorsunuz kendi kendinize, ya yedek anahtarları varsa? Bu düşünceleri, sizi yatağınızdan kaldırıp yerinizde uyuduklarına ilişkin kâbuslar takip ediyor.
Burada siz sokak hayvanlarını evlat edinmiyorsunuz, hayvanlar sizi evlat ediniyor. Örneğin bizim mahallenin köpeği Terry. (Mahalleli ona Poyraz diyor ama biz bu adı öğrenmeden önce ona Terry demeye başlamıştık, öyle de kaldı.)
Terry her akşam saat on civarında sevilmek için kapıya dayanıyor ve yavru kedimiz (evet, bir tanesini evlat edindik, ne yapalım) fena halde afallayıp korkarak kaçacak delik ararken o sabırla bekliyor. Önce sevilecek, sonra yemek ve su verilecek, Terry bu sırayı şaşırmanıza asla izin vermiyor. At gibi koskocaman köpeğimiz verdiğimiz her şeyi yalayıp yuttuktan sonra kendi yoluna gidiyor. Bazen birkaç gün ortalarda görünmüyor, kim bilir, belki nerede yaşadığımızı unutmuştur diyoruz ama sonra yürüyüş sırasında rastlaşıyoruz, evde ona verecek bir şeyimiz yoksa içimizi bir korku sarıyor. “Sakın ona bakma,” diye fısıldıyor eşim, ne olur ne olmaz, bakarsak peşimizden gelebilir. Büyük Kaçış filminden bir sahneyi canlandırır gibi adım adım evin güvenliğine yaklaşırken, bu sıkıntıyı bir daha yaşamamak için ertesi gün bir çuval köpek maması alacağımıza yeminler ediyoruz.
Sokağımızın öbür ucunda, alçak bir çitle çevrili, boş görünen bir evin bahçesindeyse geceleri bir bekçi köpeği bekliyor. Orta boy bu köpek haftalarca oradan her geçişimizde sesi kısılana dek öfkeyle havlardı, sonra bir akşam biraz sokulmamıza izin verdi, ertesi akşam biraz daha, derken bir baktık ne zaman oradan geçsek kucaklaşır olmuşuz. Hem de bir değil iki defa, önce bahçenin başladığı yerde, sonra da bahçe sona ererken. Bir keresinde ona biraz yiyecek vereyim dedim, istemedi. Anlaşılan tek istediği her gün ona biraz zaman ayırmamız ve kucaklaşmamız.
Elbette ideal bir dünyada sokak hayvanı olmaz, hepsinin bir yuvası olur ama bu hayvanlar buradaki varlıklarıyla insanlara şefkatli davranmalarını hatırlatıyor. Bakıma muhtaç yavru kediden devasa köpeğe kadar hepsi.