“İnsan hakları yeryüzünün en barışçıl silahıdır; bizi korur. Kurallar gibidir; nasıl davranacağımızı bize söyler. Yargıçlar gibidir; ona başvurabiliriz. Duygular gibi soyuttur ama duygular gibi herkese aittir. Ve her ne olursa olsun hep vardır. Tıpkı doğa gibidir; ortadan kaldırılamaz. Tıpkı ruh gibidir; yok edilemez. Zamana benzer; zengin ve fakir, yaşlı ve genç, siyah ve beyaz, uzun ve kısa hepimize aynı biçimde davranır. Bize saygı sunar ve bize de başkasına saygı duyma sorumluluğunu yükler.” – M. KEMAL ATATÜRK
Bir meyvenin kısacık ömrü süresince koruduğu çekirdeği gibidir insan. Özenle bakılır, beslenir, koruyup kollanır… Ve olgulaştığı vakit artık toprakla buluşma anıdır. Meyve kendini, tekrardan yeşermek ve çoğalmak uğruna toprağa bırakır. Tohum öncesinde güneşle buluşur ardından rüzgâr bir örtü misali üstünü örter ve onu saklar. Ve ilk damla düştüğünde artık tohum çimlenmeye ve büyümeye hazırdır. Bu döngü insanın yaşama, o uçsuz bucaksız bilinmezliğe, gözlerini ilk açtığı anda başlar. Yeni doğmuş bir bebeğin gözlerinde o çaresizliği görebilirsiniz, korunmaya olan ihtiyacını, bakıma ve sevgiye muhtaçlığını ilk bakışta fark edebilirsiniz. İnsan üzerinden ne kadar yıl geçerse geçsin o ilk anın korkusunu hiçbir zaman silemez. Koşulsuz ki her zaman bakıma, sevgiye, anlaşılmaya ve değerli görülmeye ihtiyacı vardır insanın. Bir annenin bebeğine duyduğu sevginin ve bir babanın koruyuculuğunu arar kaç yaşına gelmiş olursa olsun insan. Ancak insan hayatta tek dalı kendisi kaldığını fark ettiğinde, onu sımsıkı koruyacak ve değer verecek bir kavramı hayata getirir : ‘Devlet baba’ .
Toplumlar yüzyıllar boyunca savaştılar, çok fazla kan döküldü bu uğurda. Çok fazla başlar kesildi sebepsizce ve nice suçsuzlar asıldı darağaçlarına gece karanlığında. Neredeydi bu fütursuz şiddetin kelepçeleri. Kim alacaktı silahları, kim toplayacaktı o boyunlardaki ipleri? Kim son verecekti bu acı dolu haksızlık çığlıklarına? II. Dünya Savaşı sonrasında Birleşmiş Milletler Teşkilatı, uluslararası barışın insan haklarıyla doğrudan doğruya ilgili olduğu düşüncesine bağlılığını ilan etmiş ve bu anlayışına uygun olarak 1948 yılında İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni ilan etmiştir. Böylece, tarihte ilk defa insan hakları evrensel bir otorite kazanmış ve geçerliliğini genel uzlaşmadan almıştır. Ancak insan hakları düşüncesi tarihte birçok kez farklı devletler tarafından gündeme gelmiştir. İngiltere’de insan hakları yönündeki gelişmenin başlangıcı XIII. Yüzyılda kabul edilen Magna Carta Libertatum’a kadar geri giderken, Fransa’da 1789 Fransa Devrimi ile İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi ilan edilmiştir. Ancak ne var ki insanların haklarını savunduklarını söyleyen ve kendi bildirgelerini yayınlayan bu ülkelerden hiçbirinin davalarında süreklilik görememekteyiz.
…
Bu haber 29/05/2022, Sunday günü yayınlandı, 381 defa görüntülendi