Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Değerli bir dostu daha kaybettik! Yüksel Ergen’i uğurlarken…

Geçtiğimiz Pazar günü (19

Geçtiğimiz Pazar günü (19 Temmuz) sabah, Pazar Pazarında idim. Cep telefonum çaldı. Bir dostumdu arayan, üzgün bir sesle haberi veriyordu: “Yüksel Ergen Bey’i dün kaybettik. Cenazesi de bugün ikindiden sonra Yalı Camii’nden kaldırılacak…” Gerçi Yüksel Bey’in hasta olduğunu ve tedavi gördüğünü biliyordum, ama gene de çok şaşırmış, üzülmüştüm. Bir süre ne yapacağımı bilemeden dolandım durdum. Pazar için Kilitbahir’den gelmiştim ve gene oraya dönmek zorundaydım. Cenaze töreni de Güzelyalı’da idi. Törene nasıl yetişebilirdim? Biraz bocaladıktan sonra toparlandım, pazar alışverişini kısa kesip, hemen Kilitbahir’e döndüm. Oyalanmadan hazırlandım, tekrar Çanakkale tarafına geçtim. Yüksel Bey’e son görevimi yapmalı, onu uğurlamalıydım.

Motorda Yüksel Bey’i düşünüyor, anılarda eskilere uzanıyordum. Gerçekten kıymetli bir insanı ve çok değerli bir dostu daha kaybediyordum. Şöyle bir düşündüm de, Çanakkale’ye geldiğimden beri kaç dostu sonsuzluğa uğurlamıştım!.. İzzet Çetin, Prof. Dr. Sevim Buluç, İbrahim Engin, Dr. Hasan Suda, Dündar Dikmener, Emin-Birsen Ünlü, Asher Yohay (Yaşar Bey), Tuğrul Aksoy, İzzet Dilmaç ve İlhan Ersak. Şimdi de Yüksel Ergen!..

Her eski dostu yitirişimde kendimi biraz daha yalnız ve eksilmiş hissediyorum. Kolay olmuyordu ki böylesine seçkin ve güzel insanlarla tanışmak, arkadaş ve de dost olabilmek. Zaman, karşılıklı çaba ve ortak yaşanmışlıklar gerekiyordu. Aslında, düşünüyorum da, Çanakkale’ye geldiğimden buyana, yukarıda sıraladığım rahmetli dostlar yanı sıra, hayatta olan değerli dostlarım da olduğu için şanslıydım ve kendimi birçok açıdan ayrıcalıklı hissediyordum. Örneğin, ben Çanakkale’nin yazılı olmayan birçok yönünü, bu kıymetli dostlarımdan dinleyerek öğrenmiş, daha bir benimseyip sevmiştim…

İris Otel’e ilk kez, yıllar önce bir akşamüstü gitmiştik. Değerli dostlarım Levent Ordulu ve rahmetli Yaşar Bey’le birlikteydik. Her ikisi de nicedir, Yüksel Bey’le tanışmam gerektiğini söylüyordu. Oraya vardığımızda Yüksel Bey yoktu. Otel içinde gezdiğim her köşeye, gördüğüm her şeye, seçkin ve ince zevk sahibi bir insanın dokunduğu belli oluyordu. Derken Yüksel Bey geldi. Orta boylu, gözlüklü, rahat yazlık giysileri içinde bir bey, dolu dolu bir gülümsemeyle bizlere “Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz!..” diyordu. Yüksel Bey daha o gün bana Çanakkale’nin tarihinden, kültüründen ve de Çanakkalelilerden bol bol bahsetmişti. Onu dinledikçe gerçek bir aydın, bilinçli, kendini iyi yetiştirmiş bir insan olduğunu anlayabiliyordum…

O günden sonra İris Otel’e kaç kez gittiğimi hatırlamıyorum. Çoğu kez de Levent Bey ve Yaşar Bey’le birlikte giderdik. Bir iki kez kardeşimle birlikte de gidip, Yüksel Bey’in kahvesini içmiştik. Dahası, oğlum Alper ve ailesi de tatil için geldiklerinde, iki yaz İris Otel’de kalmışlardı…

Yüksel Bey’le hangisini anlatacağımı bilemediğim çok güzel anılarımız vardır. Ama içlerinde, bende çok önemli bir yeri olan öyle bir anı var ki, onu burada mutlaka paylaşmak isterim: ÇOMÜ Kurucu Rektörlüğüm sırasında ve 1993 Eylül ayı idi. O sıralar ülkemizde bulunan Japon Prens ve Prensesi Mikasanomiya Denka’yı üniversite olarak iki-üç günlüğüne Çanakkale’ye davet etmiştik. Bu süre içinde hem Eğitim Fakültemiz bünyesinde yeni kurulan Japon Dili Eğitimi Anabilim Dalı’nın açılışını yapacaklar, hem de kendilerini Çanakkale’mizi gezdirip ağırlama fırsatı bulacaktık.

Seçkin konuklarımızı uğurlayacağımız gün, öğle yemeğinde İris Otel’de ağırlayacaktık. Yüksel Bey’le konuyu telefonla görüşmüş, her şeyi organize etmiştik. O’nun büyük bir titizlik ve özenli düzenlemesiyle gerçekten çok güzel bir yemek yemiş, Türk kahvelerimizi yudumlarken, boğazı ve ileride görünen Şehitler Abidesini seyrediyorduk. Derken geriden, arkamızdan bir keman sesi gelmeye başladı. Evet, Yüksel Bey, kemanıyla nefis bir klasik müzik parçası ile konuklarımıza “Hoşgeldiniz…” diyordu. Bu arada ben Prens Mikasa’ya, otele girişte kendilerine taktim ettiğim Yüksel Bey hakkında biraz daha bilgi verip, onun sanat ve estetik alanlardaki seçkin özelliklerinden de bahsettim. Yüksel Bey’i dikkatle dinleyen Prens Mikasa’nın, yerinde hafifçe doğrularak onu alkışladığını görünce de çok mutlu oldum.

Çanakkale’yi bilmeyenlere şehrimizi tanıtırken şöyle derim: Çanakkale mi? Türkiye’nin cennet köşelerinden biridir. Yeşili boldur, boğazı güzeldir. İlk görüşte herhangi bir sahil kentinden de çok farklı değildir. Ancak bu sizleri aldatmasın. Çanakkale eski bir mücevher kutusu gibidir. Hani şu cevizden yapılma, ince sedef süsleri olan kutular gibidir… Açıp bakarsanız ilk elde pek fazla bir şey fark edemeyebilirsiniz. Zincirler ve kordonlar birbirine dolanmıştır. Ama biraz karıştırırsanız elinize güzel, firuze bir taşlı yüzük, altın bir küpe, bir-iki burma bilezik ya da broş, kolye geliverir. Dikkatli, gören ve hisseden, özümseyen gözlerle bakmak gerekir Çanakkale’ye…

Bence Yüksel Bey de, yazımın başında sıraladığım nice eski dost gibi, Çanakkale’nin yetiştirdiği gerçek değerlerden biridir. O’nun Çanakkale için yaptıkları, bu şehre kazandırdıkları anlatmakla bitmez. Ayrı bir çalışma konusudur…

Ben şimdi, kıymetli ve özel bir dostunu daha yitirmiş olmanın verdiği burukluk ve yalnızlık içindeyim. Yüksel Bey’i çok arayacak ve özleyeceğim, özleyeceğiz.

Kederli ailesine ve onu seven tüm dostlarına başsağlığı dilerim. Ruhun şad olsun Yüksel Bey…

Prof. Dr. A. Mete TUNCOKU

 

Tüm Hakları Saklıdır. | Renowtech