Sonbahar. Havalar soğumak üzere. Yapraklar dalları terk ediyorlar. Bulutlar gökyüzünü kaplamış. Basık dedikleri türden bir hava var. Yağmur damlaları çarpıyor koluma tek-tük, iri iri. Birkaç metre ötemde küçük bir hortum çıkıyor. Sarı yapraklar şöyle bir dönüyorlar iki-üç tur. Kalabalık adımlarını iyiden iyiye hızlandırıyor o anlarda. Yağmura yakalanmak istemiyor hiçbirisi. Bir sigara yakıyorum. Yürümeye başlıyorum. Bir uçtan bir uca kalabalığa çarpa çarpa yürümek -tabi çarpmamaya çalışarak- öylesine hoşuma gidiyor ki. Anlık dostluklar kuruluyormuş gibi oluyor. Zaten öyleymiş de. Temas isteğimiz varlığımızla ilgiliymiş yani. Temas eksiğiyle büyüyen çocuklar daha agresif oluyorlarmış falan… Okuduğum bir kitapta öyle diyordu.
Yürürken türlü türlü insan geçip gidiyordu yanımdan. Kimseyi rahatsız etmeden herkesin yüzünü inceliyordum. Hikayelerini düşünüyordum. Hoşuma gidiyordu.
Bir hayat kadını geçti yanımdan. Yeni uyandığı çok belli. Zaten geç uyanır. Güneş batmak üzere ama o yeni uyanmış… Saçları bakımsız. Dişleri sapsarı… Nerden biliyorsun diyecek olursanız hemen anlatayım. Benim evimin olduğu mahallede yaşıyor. Oradan biliyorum. 3-4 hayat kadınıyla beraber yaşıyor. Eski tip bir dairede. Bunları satan adam sokağın başında arabanın içinde oturup bekliyor hergün. Bunları koruyor aklınca ya da ekmeğini bilemiyorum. Ekmekle hayat kadını çok paraleldir belki de satıcı adam için. Bilinmez… Kadınları satıyor anlayacağınız. Zarar gelmesin diye mallarına, koruyor mallarını.
Bazı geceler odamı kırmızı-mavi ışıklar dolduruyor. Şöyle bir çıkarıyorum kafamı pencereden, ne olup bitiyor görmek istiyorum. Bilmek istiyorum. Olan biteni bilmek hep rahatlatmıştır beni. Bir bakıyorum bi ekip arabası.Satıcının yanında durmuş. İlk başlarda “Şimdi yakalandın hergele” diyordum içimden sonra sonra anladım polislerin derdi adamı yakalamak değil. Öyle bir uğramışlar işte. Bazen içeri de giriyorlar. Arama falan yapıyorlarmış öyle zamanlarda. Alt komşu öyle söyledi. “Tezgah hep” diyor. “O evden ne silahlar çıkar. Kadınların 2’si Türk sadece. Tutuklanması lazım hepsinin AMA” diyor sonra. “Amaçları başla komşum! Kadınları duvara döndürüp arama bahanesiyle oralarını buralarını mıncıklıyor polisler.” Yalan mı söylüyor bilmiyorum ama acayip inandırıcı. Ee zaten kendi gözümle görüyorum. Adama “Sen burda ne arıyorsun vatandaş!” diye sormuyor polis. Hoş sorsa da “Kadın satıyorum” demez ama neyse…
“Komşum yüzümdeki şok halinden aldığı zevkle sırıtıyor. Pişmiş kelle dedikleri şekil… “İstersen bir gün de biz arayalım komşu” diyor ve ekliyor. “Komşu indirimi alırız belki!”
Sevmiyorum bu muhabbetleri. Sanki bu yüzden buradaymışız gibi. Gerçi onlar -hayat kadınları- o yüzden oradalar ya da bizim komşu -o yüzden oradadır- bilemiyorum ama ben bu yüzden burada değilim.
Komşuya iyi akşamlar dileyip eve doğru çıkıyorum böyle geceler. Odama dolan kırmızı-mavi ışığa baka baka düşünüyorum. Yozlaşmışlık kalbimi sıkıştırıyor böyle anlarda. Uykuya dalmakta zorlanıyorum. Kaybedenlerin tarafı yoruyor beni ama hep orada buluyorum kendimi. Belki de kaybedenlerdenimdir. Bilemiyorum.