Refik Halit Karay’ın, Memleket Hikayeleri adlı kitabındaki hikayelerden biri Şeftali Bahçeleri. Yazarın detaylı tasvirleri, akıcı ve zengin Türkçesiyle “ben yıllar geçse de eskimem” diyor.
Hikayede, önce bir kasaba tasvir edilir. Şeftali bahçelerinin kokusu kadar, yanındaki ırmağın bahşettiği cennet gibi mekân anlatılır. Gölgeliklerde yer yer içki sofralarının kurulduğu, gazeller okunduğu, koyu sohbetlerin demlendiği bu bahçelerin ünü, uzak diyarlara kadar ulaşmıştır. Çapkın yöneticilerin rintmeşrep (Rahat, aldırışsız), kadınların uğrağı olmaktan dolayı kasaba öyle serbestlemiş, ahalisi öyle açılıp zevke, sefaya dalmış ki artık “mubah görülmeyen günah” kalmamış.
İşte halkı, memuru iyiden iyiye kendini salmış bu Akdeniz kasabasına bir Yazı İşleri Müdürü tayin olur, Agâh Bey. Aslında sürgün gibi bir görevdir. Mülkiyeden mezun olan Agâh Bey, yurt dışına çıkmış, torpille geri dönmüş ve “sebepsiz yere” 4 ay “tevkifhanede alıkonulmuş.” Sonra bu kasabaya yollanmıştır. Bekârdır.
Görev yerine giderken yol boyunca hanlarda, köylerde yatan ve “yüreğini keder, gam” kaplayan Agâh Bey, memlekete ciddi hizmet etme kararı alır. Ama şeftali bahçeleri olan kasabanın buna pek bir hevesi yoktur.
“Her gün bir düğün evi neşesiyle çalkalanan bu şehirde Tahrirat -Yazı işleri- Müdürü sıkıntıdan boğuluyordu.” Kasabadaki tüm devlet erkânı, mutasarrıf (valinin altı, kaymakamın üstüne denk gelen mülki görev) savcı-Yargıç, mal müdürü, posta müdürü… Eğlenmeye devam ediyordu. Bir gün üsteleye üsteleye Agâh Beyi ikna ettiler, ikindi üzeri “merkeplere” binildi, şeftali bahçelerine gidildi.
“…Şeftali bahçelerinin arasına girip de tozdan, güneşten kurtuldukları zaman yosun gibi koyu yeşil, yarı ıslak yoncalar ve su sesi büsbütün keyfine gitti. …Şeftalilerin kokusu sinirlerini gevşetmişti. Eğile kalka meyve devşiren kızlara şimdi tuhaf, istekli bir gözle bakıyordu.”
Sonrası bir çorap söküğü gibi gelir zaten. Nefs dediğiniz nedir ki? Kimi zaman bir buhar olur uçar gider. Agâh Bey’de de öyle olur. Gel zaman git zaman bahçelere gitmek için kendine ait bir “merkep” de aldırılır kendisine. Alışkanlıkları değişir Agâh Beyin. “Şimdi rakısız yapamıyor, gözü önünde toprak bir imbikten halis cibre (üzüm posası) çektiriyordu. Kadınsız da duramamıştı, sık sık arka kapıdan eve ziyaretçiler girerdi.”
Agâh Beyin iş yapmaya gönlü de kalmaz, isteği de… “… hizmet, imar, ıslahat gibi fikirlerini hatırladıkça, nargilesini gürleterek gülümsüyor, arkadaşlarına kendine mazur göstermek için: ‘Toyluk, ne yaparsın?…’ diyordu.”
Buradan bir kıssa çıkar mı? Çoook! Şöyle çevrenizdeki çoğu devlet kurumuna dikkatle bakarsanız görebilirsiniz.