Sosyal Medya hem hayatımızın her anına hâkim oldu hem de toplumsal olayların seyrini değiştirebilecek güce ulaştığını çoktan kanıtladı.
Son haftalarda okuduğumuz pek çok haberde bunu gördük.
Mesela hamile kadın ve eşini trafikte sıkıştıran kişiler sosyal medyanın baskısıyla karşılaştı. Her ne kadar serbest bırakılsalar da (Evet artık ne yazık ki polis yakalar, mahkeme salıverir gibi bir gelenek oluştu) insanlar en azından tepki vermenin bir işe yarayabileceğini düşündüler.
Benzer bir durumu Kaz Dağları konusunda da gördük.
Sosyal medya burada da toplumun her kesimini etkileyen bir konuda başrol oyuncusu oldu.
Keşke işimiz sosyal medyaya kalmasa ama ne yazık ki işler artık böyle yürüyor.
Tabii bir de işin diğer tarafına yani dezenformasyon kısmına bakmak lazım.
Dolandırıcılıkların bile artık internet üzerinden yapıldığı bir ortamda kitleleri kendi tarafınıza çekmek için arasına birkaç doğru serpilmiş bir bilgiyi yaymanız yeterli oluyor.
Peki bundan kendimizi kurtarabilir miyiz?
Elbette kurtarabiliriz.
Önce her bilginin sorgulanması gerektiği düsturu ile hareket etmek zorunda olduğumuzu kabul edeceğiz.
Linç kültürünün bizi ele geçirmesine izin vermeyeceğiz. Bu noktayı özellikle vurgulamak istiyorum çünkü iş artık öyle bir boyuta vardı ki sokaklar yakında Rubens’in Masumların Katli tablosuna dönecek.
Toplumumuzun bu konudaki kötü şöhretini de asla unutmayacağız.
Sağduyu, bilgi ve bilgiyi analiz edebilme yeteneği kazanarak; bilgiyi yönetenlerin değil, kendi akıl süzgecimizden geçirdiklerimizin peşinden gideceğiz.
Bu sadece bir olmalı yazısı değil, olmak zorunda yazısı.
Aksi takdirde bir gün kendinizi hiç de istemediğiniz bir durumda bulmanız işten bile değil.