Osmanlı İmparatorluğunun I. Dünya Savaşı’nda müttefik olarak Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun yanında yer alması dostluk bağlarını güçlendirmiş, siyasetten kültüre, kültürden ekonomiye kadar bütün alanlarda ilişkiler canlanmıştı.
Gyula Germanus (1884-1979), -takma adı Şeyh Hacı Abdülkerim Germanus-, oryantal araştırmalarıyla bilinen bir yazar ve öğretim üyesiydi. Ayrıca, İstanbul’da hukuk öğrenimi de görmüştü. Doğu medeniyetine olan hayranlığıyla, genç yaşında Türkçe, Arapça ve Farsça öğrenmişti. Müslüman olduğu da söylenir.
Germanus 1915’te, Macar Kızılay Komitesi (A Magyar Felhold Bizottsága) aracılığıyla Macaristan’dan gönderilen malzemenin nakliyatından sorumlu bir irtibat subayı olarak Çanakkale’ye gelmişti. Kimi kaynaklar, bunun gizli görevini örten bir paravan olarak niteliyor. Gizli görevi neydi bilemiyoruz ama cepheye varıyor. Anlatımından 1915 Ağustos ayı olduğu anlaşılıyor.
Türk askerinin zor koşullar altında, Mustafa Kemal’in önderliğinde yazdığı destanı, Germanus anılarında şöyle ifade ediyor: “Bizim yiğit Türk askerlerimizin paşası Suvla körfezi arkasındaki Anafartalar’da uzun boylu, sırım gibi, kemikli yüzlü bir kişiydi… O, Yıldırım Orduları Kumandanı Mustafa Kemal’di… Orada ilk sırada idi, tehlike tehdit ettiği takdirde tek sözü, cesur bakışı güç verdi ümidi kırılana, can çekişene.” “…Savaşı gördüm. Bir çalı arkasına saklanarak, silahsız olarak baktım; insan ve insan çarpışıyor; ister İngiliz, ister Türk gene de insan; süngüyü saplıyor Avustralyalı, şehitliği bekleyen Türk’ün kalbine; bir Hintli bıçağıyla Türkün başını kesiyor; bir Türk dipçiğiyle hasmının kafatasını ikiye bölüyor. … Arada bir göğe baktım, can çekişme hırıltıları, haykırışlar ve tüfek çatırtıları üzerinde beyaz bulutlar yüzüp duruyordu. Bizde bodur ağaççıkların dallarının hışırdadığı ve ufak böceklerin yerde süründüğü gibi. Gözledim bir tutam çimene nasıl çıktıklarını, çimenin bu yük altında nasıl eğildiğini! Sanki yeryüzünde tam bir barış hüküm sürüyormuş gibi!..” Germanus, esir düştüğü anı ise şöyle anlatıyor: “Aklımı kaybetmiş gibi uzanmış vaziyette bir çalının dibinde kaldım. Türkler tüfeklerini sallayarak gruplar halinde geriye doğru çekildiler. Koşmam için bana bağırdılar, kaçmam için el kol işaretleri yaptılar. Kendime gelmiştim. Cepheyi yardılar, İngilizler geliyor. Her direneni bıçaklıyorlar. Güçlükle ayağa kalktım ve bende koşmaya koyuldum. Arkaya da bakmadım, içime ölüm korkusu düştü. Soluk soluğa koştum. Bir kez başımda güçlü bir darbe hissettim, sonra hiçbir şey!” Gözünü açtığında İngilizlerle birliktedir. Ayağına kan oturmuştur, çizmesini keserler, kanı akıtır yarayı sararlar.
İngilizlerle şu diyalog geçer aralarında: “ Savaşçı değilim, Kızılay baş yetkilisi olarak buraya geldim, uzun zaman İngiltere’de yaşadım, hocayım ve Macar’ım. Birçok dili konuşurum. İngilizce’yi de. – I see (anlıyorum) dedi subay. Kim olduğumu bunun için bilebildiniz. O da tanıştırdı kendini. – Lieutenant Cameron 18. İskoç alayının teğmeniyim. Kafanıza vurdular, ayağınızın üzerinden de bir teker geçti…” İngiliz Teğmeni Germanus’a kendisiyle gelirse Malta’ya ulaştıracağını söylemesine karşın, Germanus, “Türklerin yanında kalırsam oradan herhangi bir zamanda yurduma dönebilirim.” der… Kısa bir süre sonra askerlerimiz bir çalının gölgesinde bırakılan Germanus’u bulur ve gemiyle İstanbul’a hastaneye gönderir. Yazar, kısa sürede iyileşir. Bu arada, yaralı haldeyken kendisine yardım eden Teğmen Cameron, kardeşinin esir düştüğünü ve götürüldüğü yeri bilmediğini söyleyerek Germanus’tan yardım istemiştir. Germanus, ilk fırsatta Kızılay aracılığıyla durumu öğrenir: Teğmenin kardeşi Kütahya’daki esir kampındadır. Cameron’un emanet ettiği parayı kardeşine ulaştırır. Gerçek bir Türk dostu olan Germanus’u hayırla anıyor, Allah gani gani rahmet eylesin diyoruz. |
(Bu yazı ilk kez Gündem Memleket Gazetesi’nde yayımlanmıştır.)