Her biriyle teker teker tanıştım o gece. Kartal, Kuzgun, Ayı, Baykuş, Kunduz, Kedi… O günden sonra hiç bir sohbeti kaçırmadım. Zaten bir mahkûmsanız olağan dışı gözükebilen aktiviteler tek motivasyonunuz oluyor.
Genelde sohbet adı altında yapılan toplaşmaların tamamı -nihayetinde- birilerinin hesabına çalışır. Şebeke için durum farklıydı. Sohbetlerimizin bu delikten kaçmak ile ilgili olmadığını kısa bir süre sonra anladım. Temel niyet çok daha farklıydı. Bütün bunları anlamam için bolca vakit geçmesi gerekiyordu. İşin garibi bütün bu sohbetlerde bir şeyleri anlamakta zorlanan sadece ben değildim. Şebeke’nin neredeyse tamamının anlamadığı, muhalefet ettiği bir durum vardı. Her şeye rağmen hemfikir olabildiğimiz bir şeyler bulabiliyorduk, bu aramızda ki bağları kuvvetlendiriyordu.
Dördüncü ayın sonuna geldiğimizde fabrikada ki durum şu şekildeydi;
Öğlen yemeklerinde diğer ekiplerle beraber yemekhaneye gidiyorduk. En köşedeki masa Şebeke’ye aitti. Yemeklerde bol bol kavga çıkardı bu kavgalara sadece biz müdahil olmuyorduk. Bu sebepten olsa gerek askeri personel bize hep iyi davranırdı. Bütün yetkililerin Baykuş’a saygı duyduğunu hissedebiliyordum, tabii bize de.
Şebeke’ye göre diğer düşünce suçluları aslında “düşünce suçlusu” denemeyecek insanlardı. Toplumdan ayrıksı fikirleri olan tiplerdi, gelin görün ki nihayetinde bütün arzu ve istekleri kendileri ile ilgiliydi. Bu yüzden kendi aralarında çokça kavga ederlerdi. Aslına bakarsanız birçoğunun sergilediği muhalif tavır, bir ideolojiden ziyade “Bana kimse karışamaz.” hissiyatı ile açıklanabilirdi.
Aklı başında tipler ise bir şekilde şebekeye yanaşıyordu. Toplantılara katılamasalar bile öğlen yemeklerimizde bize eşlik etmeleri için cesaretlendiriyorduk. Bütün bunlara rağmen içimde engelleyemediğim bir huzursuzluk hissediyordum. Bu huzursuzluğumu bir toplantı esnasında Şebeke’ye açtım.
-“Nihayetinde bu lanet yerden kurtuluş planımız yok ise, neden konuşup duruyoruz?”
Tamamı tarafından muhalefet edilmiştim. Saatlerce üstüme geldiler. “Kendimi düşündüğümü” söylediler. Aslına bakarsanız o gün neredeyse ikna olmuştum. Ne, hissettiklerimi söyleyebilecek kadar bilgi birikimim ne de kelimelerle dans edebilecek yeteneğim vardı. O günden sonra uzunca bir süre hislerimi kelimelere dökebilme konusunda düşündüm. Şebeke’nin hapishaneye soktuğu kitapları okudum. Bu kitaplar bizim dışarda okuduklarımızdan çok farklılardı. Birçoğu tanrı, devlet, toplumsal yapı gibi dışarıda bir çoğumuzun sorgulamadığı konular üzerine sorgularda bulunuyordu. Oldukça etkilendim. Bu fikirleri bırakın suç olarak görmeyi toplum için yapıcı bir yaklaşım olduğunu hissediyordum. Gelin görün ki elimizde yeterince kitap yoktu. Hepsini okudum ve bitirdim. Bu tip kitapları bulmak oldukça zordur. Bir dönem bir çokları yakılmış. Bu kitapların bulunduğu evlerin sahipleri düşünce suçundan içeri girmiş.
Mesela Baykuş bunlardan birisi. Fabrikaya tıkılmadan önce akademisyenmiş. Evinde hatırı sayılır bir kütüphanesi varmış…
Eskilerden konuşmayı pek sevmez fakat bir keresinde şöyle söylemişti; “Muhalif düşünce hiç bir zaman hoş karşılanmaz. Gelin görün ki eskiden en azından okuyabilir, cafelerde dostlarımızla muhalif düşünce argümanları ile konuşabilirdik. Bir gece her şey değişti. Evlerimizi basıp “kanıt” olarak kullanabileceklerini düşündükleri ne varsa aldılar. Bizleri de “düşünce suçlusu” yaptılar. Aynı gece bütün Avrupa’da aynı operasyonlar yapılmış. Kim bilir belki de bütün dünya…”