Ortalık, dilencilik yapan insanlarla kaynıyor. Önceleri Suriyeliler yoğunluktaydı. Şimdi, her milletten var. Maalesef, kimin ihtiyaç sahibi, kimin duygu sömürücüsü olduğunu ayırmak zor. Bunların çoğu, yardım yapma duygularımızı yok etti. Genç delikanlının birisi, 18-20 yaşlarında. Küçük bir bisikletle yanımıza yaklaştı. Üniversite öğrencisine benziyor. Kılığı, kıyafeti yerinde. “Abi. On lira eksiğim var. Bana yardımcı olur musunuz?” dedi. Çıkarıp verdik on lirayı. Geriye dönüp, pedal çevirerek uzaklaştı. Bu durumu, bir arkadaşımıza anlattık. “Yahu bana da aynısı yaptı” diyerek, çocuğu tarif etti. Cami önlerinde kadrolu dilenciler var. Allah’ın her günü, her namaz vakti oradalar. Ya, kundaktaki bebeleri ile karda, kışta, soğukta, sokak başlarında dilenen kadınlara ne demeli? Televizyonda, zabıtalarca dilencilik yaptığı sırada yakalanan kadının üstünden on binlerce lira çıkmış. Zabıta kadına soruyor; “Genç bir kadınsınız. Neden çalışmıyorsunuz?” Kadının cevabı ilginç, “Dilencilik varken, neden çalışayım ki?” Bunu görünce, artık dilencilere para vermeyeceğiz diye ahd ettik.
ÇEKİM, ALANLARINDAYIZ!
Evimizin önün geldik. Arabadan indik. 30 yaşlarında bir âdemoğlu yanaştı. “Abi. Bana yardım eder misin? Memleketime gideceğim.” Yahu. Bizim alnımızda enayi mi yazıyor? Neden bu insanlar gelip bizi bulur? diyerek adamı tersledik. Gerçekten de öyle. Sokaktan, caddeden binlerce insan geçiyor. Bu gibiler, gelip bizi buluyor. Acaba çok mu kelli felliyiz? Çok mu zengin, kalantor gösteriyoruz. Bilmezler ki, yaşlı, yorgun, tekaüt bir devlet memuruyuz. Dedik ya. Bunları mıknatıs gibi çekiyoruz. En son geçen hafta sonu. Değirmenlik sokakta, 20 yaşlarında aslan gibi, ancak, üstü başı yırtık, pırtık, boyu posu yerinde bir delikanlı yanaştı. “Abi. Bir lira verir misin?” Tipine baktık. Taşı sıksa suyunu çıkaracak. Kim bilir, belki de simit alacak parası yok. Hoş, o paraya artık simit de gelmiyor ya. Çıkarıp 2 lira verdik. Siz olsanız ne yaparsınız? Nereden bileceksiniz? Belki de gerçekten ihtiyaç sahibidir. Ya da milletten, ürkütmeden, birer lira alarak malı götürüyordur. Günahı boynuna. Bu olaylar, başımıza yalnızca Çanakkale’de gelmiyor. Ankara’da çalıştığımız yıllarda, Kızılay’dayız. Öğlen yemekleri için dışarı çıktığımızda, on binlerce insanı içinde, bu gibiler gelip bizi buluyorlardı. Dedik ya. Çekim alanları içindeyiz! Keşke çok olsa da, versek.
GÜLMECE
Bir karı koca, sabah sabah çok kötü kavga etmişler. Adam kapıyı çarpmış ve çekip gitmiş. Hiç oralı olmayan kadın, ev işleriyle uğraşmaya başlamış. Bir zaman sonra kapı çalmış, kapıyı açan kadın bir bakmış ki; karşısında bir çiçekçi çocuk ve kucağında büyük bir demet gül. Sevineceği yerde üzülen kadın demiş ki: – Offf of, şimdi yandım!.. Çiçekçi çocuk şaşkınlıkla sormuş: – Ne oldu bayan, gülleri sevmez misiniz? – Çok severim, ama siz bu çiçeklerin ne anlama geldiğini biliyor musunuz? – Hayır, bilmiyorum, ne anlama geliyor?
– Bu, önümüzdeki en az iki haftayı sırtüstü yatmış, bacaklarım havaya dikilmiş vaziyette geçireceğim demektir. Çocuk çok şaşırmış ve sormuş: – Niye ki, evde vazo yok mu? Sağlıcakla kalınız.